Kuşlar gökyüzünde durmaksızın süzülmekten yorulmuyordu fakat Fâzıl'ın ayaklarında derman kalmamıştı. Elindeki poşeti kucağına alarak kaldırıma oturdu. Kalabalık denmeyecek fakat yine de insanların eksik olmadığı bir sokaktaydı. Bir yarasıydı bu sokağın geceleri bile yalnızlığa layık görülmemek. Her yara gibi buna da alışılıyordu ama unutulmuyordu. Fazıl'ın gözleri önünden geçmekte olan yaşlı kadına takıldı. Bir elinde kasabın kapısını çaldığını belli eden poşetler, diğer elindeyse hiç eksik etmediği bastonuyla ağır ağır yürüyordu. Fazlasıyla zayıf olmasından dolayı birkaç beden büyük duran entarisi yıkanmaktan rengini kaybetmişti. Öyleki üzerindeki çiçek desenlerinin yarısı neredeyse yok olmuştu. Gelişigüzel taktığı eşarbından bembeyaz saçları firar etmişti. Yüzündeki kırışıklıklarla beraber bu saçlar yaşanmışlıkların ardından kalan tek somut gerçeklerdi. Ne gözyaşları dökmüştü her gittiği yerde geçmişi arayan o gözler bilinmezdi. Tek bir kelime bile söylemeye acizleşmiş dudakları gençliğinde ne çok kahkahaya ev sahipliği yapmıştı. Fâzıl bu düşünceler içerisindeyken yaşlı kadının bastonu bir tümseğe denk geldi ve daha ne olduğunu anlayamadan kendini yerde buldu. İnsanlardan evvel kediler yardımına koştu ağzı açılan et poşetinin. Onlar orada karnını doyururken mahallenin esnafları koşup geldi yardıma. Eşarbı omuzlarından aşağıya düşmüş, saçındaki akları gizleyemeyen sefil kadın gözyaşları içinde ayağa kaldırıldı. Fâzıl koşup yardım etmek istedi dakikalardır beyninde yer edinen bu kadına, ama yapamadı. Onun yerine kirden siyahlaşmakta olan kazağının koluyla alnındaki terleri sildi. O sırada kadının etleriyle karnını doyurmuş siyah beyaz çizgili bir kedi yanına geldi. Ayaklarına sürtünen bu kediyi sevmeyi istedi Fâzıl. Tam kediyi sevecekken kömür karasına dönmeye başlayan ellerini gördü. Yüreğinin burukluğu gözyaşına döndü. Kucağındaki poşeti de alıp ayağa kalktı ve gözyaşlarını silerek yürümeye devam etti. Unutmuştu. Onun dinlenmeye hakkı yoktu.