Sarı topraklar üzerine güneşten düşen sarı ışık. Buğday tanelerinin sonsuza uzanması yanılgısı kurumuş otların marifeti. Yine de seviyorum bu yolda yürümeyi. Hafif mavinin tan yerine doğru kırılması, aynı benim kırılmam gibi. Ulan yaşın olmuş falan filan hala seviyorsun bu romantik lafları. Neyse. Akşam serinliği düşmeye yakın, bineyim ata ormanın denize çıkan sonuna varayım. Geceyi tenhada karşılayalım. Haydi bakalım ihtiyar ev hala görüş mesafende iken kır bakalım rotayı. Akşama ne yeriz? Mütevazı birşeyler atarız yine di mi çantaya? E heralde, eve varınca sana türlü yemekler yapmış birini bulamayacağına göre, mütevazı bir şeyler atarsın çantaya. O atlayıp zıplayan benim küheylan mı? Niye kudurdu acaba? Ulan hiç de koşar adıma hazırlıklı değildim. “Dindireyim ruhumu” diyorum topunu tüfeğini alıp üzerime geliyorsun hayat. Dur be deli at dur geldim. 


Aha ben geldim de o evin avlusuna dayanan kim ola ki? Deli at buna huylandı zahir. Hiç de esef etmiyor benim geliyor oluşumdan, demek ki ya beni bekliyor yada benim gibi cenaze namazı kılınıpta yeryüzünde gezmeye devam edenlerden. Kadına benziyor. Koca karıya benziyor. Hayırdır inşallah.


- Hayırdır inşallah gelin bacı?


Gelin bacı ney be? Kadıncağız bak ne güzel şehirli şehirli giyinmiş, hanımefendi desene. Bana dik dik bakmaya devam edeceksen kırsallığıma pişman olmayacağım be kadın. 


- Tanımanı bekliyorum damat abi. Üstelik ne güzel şeymiş ağzından tekrar hayır duymak. Sana olan öfkemi önce katledip sonra defnetmiştim de bir şeylerinin hoşuma gideceği kadar yumaşamam sanıyordum. Bravo bana.


Züleyha canım. Ne yaşlanmışsın be. Onca yıl sonra yine suratına bakınca donakalasım geliyor. Hatta biraz da donakalıyorum sanırım. Tam ne kadar oldu hakikaten? Neler yaşadık hatırlamıyorum ki. Sövüp sayacak olsa buraya kadar gelmezdi. İyi bir dilekle de buraya getirecek kadar iyi biri değilim. E ne bok yemeye geldin acaba? Durduk yere bir gam yükü daha yükleme. 


- Çok zaman olmuş be Züleyha. Sen nasıl geldin buraya kadar? Nereden buldun beni?


- Kocam öldü… Yani bir kaç yıl önce öldü. Çocuklarla aramız hep bozuktu zaten. Mirası da paylaşınca kimse arayıp sormaz oldu. Ben de dedim ki hala ayakların tutuyorken kalk git buralardan. Yarım kalan meselelerin tamam olacak mı bir bak bakalım dedim. Önce biraz resim yaptım. Bu yaştan sonra öğrenci bulamazdım o yüzden İstanbul’un az dışında, bir arkadaşımın atöylesine yerleştim onunla beraber okul duvarlarına resim yaptık. Okulu, üniversiteyi hatırladım aklıma sınıf arkadaşlarım düştü. Topladım çantamı çıktım anadolu yollarına. Önce Ayşe’nin yanına vardım. Sen de hatırlarsın hani şu kıvırcık saçlı sesi güzel olan. Dünya derdine düşmüş o da çoluk çocuk, kayınana, kayınbaba derken üç beş günden fazla duramadım yanında. Ordan biraz daha aşağıya indim Betül’ü göreyim diye. Bulamadım, yurt dışına taşınmış. Arkadaşlarımın çoğu artık yok, kimi ölmüş kimi yaşamaktan vazgeçmiş, derken yolum Isparta’ya düştü. Senin Adem’i gördüm bir simitçide. Ispartalı olduğunu bile unutmuşum çocuğun. Seni sordum, Akdeniz’in ihtiyarı dedi senin için. Hala çok seviyor seni. “Kasabasına döndü” deyince, kalktım geldim seni bulmaya. İki haftadır arıyorum sora sora. Kötü mü ettim?


Ne anlatıyorsun be kadın. Seni neden hatırlamadığımı hatırladım. Sen de benim gibi seni önemli sanıyorsun. Dur düzgün söyleyeyim. Seni benim için önemli sanmıştım, sen de seni benim için önemli sanmıştın. Ne güzel bir yanılgı, içindeyken. Seni neden hatırlamadığımı hatırladım. Ağız dolusu ah etsem bu boynumdan alnıma doğru tırmanan sıcak ayaklı karıncalar sakinleşir mi dersin. Ulan kaldırıp iki sille çeksen kadına, bir daha adam demezler. Ulan… 


- İyi etmedin Züleyha.

- …

- Gerçi kötü de etmedin. Hadi sen, sana buraya gelirken tarif ettikleri yoldan gerisin geri…


Ben seni değil, ben sevmek fiilini çok yanlış yere koymuşum bu hayatta. Sevmek, varlığı kendinden olan sanmışım. Sevmek yanında bir yareni olmadan mevcudiyetini koruyacak kadar asıl değilmiş. Vazgeçmek ile sevmek ruh ve beden gibiymiş. Sevmek, vazgeçmekmiş. Bir vazgeçiş olmazsa bir sevmek hayat bulamıyor imiş. 


- İçimizde bunca şey kalmışken. Başka hiç bir meselemiz kalmamışken. Beni seven, sayan, koruyan, aklımı akıllandıran, günümü güzelleştiren adama ne oldu da “çek git” diyor bana. Bu kadını tanımadın mı? “Küçüğüm” diye sevdiğin, uğruna şiirler söylediğin, görmek için kilometrelerce yol çektiğin kadın. Ne oldu o kadına? Kalbin yeri yurdu değil mi artık? Ne zaman öldürdün beni?


- Ben bekar bir babaydım. Sen ahulu üniversite kızı. İstanbul’a her geldiğimde memleketime gelmiş gibi olurdum, sen varsın diye. Son gelişim hariç. Küçük kızım hastaydı ve ben çok korkuyordum. Çaresizlik, beni daha önce hiç görmediğim kadar güçsüz bir adam yapmıştı. Kızımı bir hastaneye bırakıp kampüsüne geldim. Akrabalarından yurtdışında çalışan bir doktor vardı, beni ona ulaştır diyecektim. Uzaktan gelişini gördüm, uzakta bekleyişimi gördün. Gülerek geçtin kapıdan yanıma bile gelmeyip. Tel suvanenin arkasından biraz yaklaştın “final haftam, ölüm kalım meselesi” diye haykırıp koşmaya başladın, biraz da gülerek. Ayaklarımı sürüyerek döndüm gerisin geriye. Aynı şimdi senin döneceğin gibi gerisin geriye. Hastaneye vardım. Kucağıma kızımı beyazlar içinde verdiler. Küçük kızım o gün öldü. Sen o gün öldün.