Kahve, çoğu zaman yeni kapılar açar zihnimde. Bunun sebebi kokusu mu yoksa biz insanların hala çözemediği bir gizem mi saklı bu minik çekirdeklerin içinde? Bilemiyorum. Tek bildiğim açtığı kapılardan her daim, hiç tereddütsüz girdiğim. Kimi zaman gerçek bir yola çıkarır beni, kimi zaman bir sanrıya. Bu kez açılan kapıdan girdiğimde aynı kalamayacağımı ise henüz bilmiyordum. 



Chocolate Mocha


 Hayatım bir süredir, uzaktan izlediğim bir gölge oyunu gibi geliyor bana. Bazı şeyleri oldurabilmek çok da mümkün değil sanki ve çabalamak da boşa. Çünkü elimi ne zaman uzatsam bir gölgenin içinden geçiyor. Böyle zamanlarda tatlı şeylere sığınmak iyi hissettiriyor. Biliyorum fazla şeker tükettiğimi düşünüyorsun ama insan bazen hayatında eksik olanı dışarıdan takviye edebileceği yanılgısına kapılır. Tatlı bir kahvenin yararı dokunur mu?

 Kahveni yudumlarken kayıtsız bakıyorsun bana. Sanırım teklifim seni şaşırttı. Geri döneceğimi söylemek için çağırdım seni. Bu yer asla benimsemedi beni. 



Sade Filtre


 Kendi içine yaptığın yolculuk bittiyse geri dönebilirsin. Peki döndüğün yeri aynı bulabilir misin? Aynı insanı, aynı insanda bile tekrar bulamıyorken bizler; döndüğümüzü sandığımız yer asla evimiz değil. 

 Bir sürü bahane sıralıyorsun art arda. Hiçbiri inandırıcı gelmiyor ama onaylıyorum inanmış bir tebessümle. Geride bıraktığın insanların çok üzüleceklerinden ve seni çok özleyeceklerinden bahsediyorum, sense kahvenin fazla tatlı geldiğinden yakınıyorsun. Gelecek planlarını soruyorum.(asıl sormak istediğim beni neden çağırdığınken) Nereye kadar böyle sürecek? diyorum. Hep mi bu döngünün içinde sürükleneceksin? Evet, diyorsun. Evet çünkü döngüsel bir hedefim olmazsa boşlukta kaybolur giderim. Seni anlıyorum ve ilk kez birini anlamış olmak beni üzüyor. Çünkü ben o boşlukta kaybolup gidenim



Espresso


 Keşke geçmiş deneyimlerimizin tadını yenilemek de ağzımızın tadını yenilemek kadar kolay olsa. Bilmem biliyor musun, espresso İtalyanca’da “sıkıştırılmış” anlamına geliyor. Bence dünya da böyle. Hayat hasta ve karmaşık insanlar tarafından yazılan gelenek ve kurallarla, sıkıştırılmış bir paket olarak sunuluyor önümüze. Bu yüzden her bir deneyim kekremsi bir tat bırakıyor ağzımızda. Espresso gibi yoğun ve sert.

 Bir sabah uyandım ve gidecek yer bulamadım bu koca şehirde. Beni biraz dinler misin? Çünkü seninle susuyor olmak bile başkasıyla konuşmaktan daha güzel. 



Filtre Kahve


Eğer isteseydin ikimiz de susardık. İstediğinin bu olmadığını en başından belli ettin. Bir sürü soru soruyorsun. Ya beni konuşturma çabası içindesin(haklısın pek konuşkan sayılmam) yahut gerçekten merak ettiğin şeyler bunlar. Hepsi bana dair. Peki neden? Gitmek üzere olan bir insan için fazla değil mi bu merak? Masada iki bardak sıcak kahve. Dışarıda serin, kasvetli bir hava. Yağmurda yürüyoruz sonra. Sen sürekli üşüyüp üşümediğimi soruyorsun. Üstelik verdiğim cevap seni tatmin etmiyor ve üşüdüğüme kanaat getiriyorsun. “Soğuksun” diyorsun. Hayır buna alınmayacağım. Bazen içimdeki yalnızlıktan ruhum üşüyor. Sen de bunu hissetmiş olmalısın. Belki yalnız sayılmayacak kadar kalabalık etrafım. Fakat kimsenin sevgisini hissedememek de yalnızlıktır. Ateşimin olup olmadığını kontrol ederken alnıma değen ellerinse çok sıcak. Sanırım senin yalnızlığın sadece etrafının tenhalığından ibaret bir göz yanılsaması. 



Filtre Kahve


 Bu kez seninkiyle aynı kahveden sipariş ediyorum. Karşımdaki sandalyeye geçip otururken “üzgünüm, geç kaldım” diyorsun. Geç kalmadın, erken de değil. Zaman sadece yaşanabilme ihtimali olan, üstü örtülmüş duygular için geç. Anlaşılmanın verdiği konfor içinde, gülümsemelerin eşlik ettiği sohbetler için geç. Bana kendimi ‘canlı’ hissettiren anların devamı için geç. 

 Kalan günlerimi sayıyorum. Üzgün görünmemen beni biraz kırıyor. Üzülmeni istediğimden değil tabii ki ama gidişimin üzerinde bir tesiri olup olmadığını anlamak istiyorum. Kokun, yağmur ve kahve kokusuna karışıyor. Ne zaman ellerini tutmaya yeltensem gözlerin de onlarla birlikte kaçıyor. Ben hangi birini tutacağımı bilemiyorum; ellerini mi, zamanı mı, anıları mı? Demlenen kahvenin posası gibi birbirinden ayrışıyor mantığım ve hislerim ve ben sadece şu anda, hislerimin tarafında kalmayı seçiyorum. Yeniden. Senin yanında.



Americano


 Hayatımın sonuna kadar yalnız kalmayı tercih edecek kadar incitildim. Hikayemi dinlerken benim adıma üzgün olduğunu söylüyor, teselli cümleleri kurmaya çalışıyorsun. Sorun değil diyorum. Artık hiç acıtmıyor. Artık hiçbir şey hissetmiyorum. Kendim için yeni bir hayat istiyorum. Bunca zamandır eylemsiz kaldığım için kendimi kendime karşı borçlu hissediyorum. Çıkmaz bir sokakta olduğumu bile bile sokağın aydınlanmasını, güzelleşmesini, beni yormamasını umdum yıllarca. Şimdiyse çıkmaz sokakta geriye doğru bir adım atıyorum; bunun ilerlemek olduğunu artık biliyorum. Su ile seyreltilen americano misali, kendimi yalnızlıkla seyreltiyorum. 



Double Espresso


 Daha mı yumuşak olur seyreltilmiş ruhun? Tıpkı bir kaktüs gibisin ve ben sana doğru bir adım atamıyorum. İşin aslı tam da burandan; sert, inatçı ve kırılgan yanından seviyorum seni. Vahşi ve özgür, tıpkı bir kaktüs gibi.



Americano


 Benzetmen başta beni şaşırtıyor. Sonra düşünüyorum belki de yaralarıma sebep olanlar benim kendi dikenlerimdir. Kimin hayatımıza ne derece etki edeceği bizim seçimimiz nihayetinde… Bu yüzden tüm yaralar için bir zamanlar bizi incitmiş olan kişileri suçlamak ne kadar doğru? Seçimlerin ne denli kontrolümüzde olabileceğini düşünüyorum sonra. Seninle tanışmamız kaderdi. Arkadaş olmak bizim seçimimizdi. Ya hissettiğini söylediğin duygular? Bizim seçimimiz olabilir mi? Her neyse. Nihayetinde seçimin gitmek ve bu tercih, attığın her adımı boşluğa düşürecek. 



Latte


Çok kısa bir süre kalabilirim ama yine de yanına uğruyorum. Yarım saatliğine bile olsa seni görecek olmak bana iyi hissettiriyor. Henüz yanındayken bile seni yeniden görebilmek için planlar yapıyorum zihnimde. 

 Seni özledim diyorum, anlamazlıktan geliyorsun. Önünde kahvenin dumanı tütüyor ve çok güzel gülümsüyorsun. Dikkatlice bakıp hafızama kazıyorum. Beraberken seni çok seviyorum.



Latte


 Ben de özlüyorum; bir şeyler düşünmemek için şarkı sözlerine odaklanıp kendimi saatlerce müziğe hapsetmediğim zamanları. Kitap okurken kafamın içinde susturamadığım düşüncelerin galip gelerek aynı satırları tekrar etmeme yol açmadığı zamanları. Hiçbir şeyi çok da ciddiye almadığım, hayata karşı korkak kalmadığım zamanları. Bir şeyleri gizlemek için değil de içimden geldiği için gülümsediğim zamanları. Galiba en çok kendimi özlüyorum. 

 Kalkıp gidiyorsun. Gittiğinde bile seni hala hissedebiliyorum. Bu bir çeşit ruh bağı mı? Hayır, böyle şeylere pek inanmadığımı kendime hatırlatıyorum. Kulaklığımı takıyorum. Çalan şarkıda “ben hep kapıya yakın oturdum, çünkü kimse sevdiğim gibi kalmadı” diyor. Kapıyla aramdaki mesafeye bakıp gülümsüyorum.



Gece Kahvesi


 Ay ışığı altında çok güzelsin. Bu saatte burada ne işim var bilmiyorum. Tek bildiğim eve gitmek istemediğim. Kahveyi bahane ediyorum. Kanımda dolaşan alkol delilikle cesaret arası bir güç veriyor bana. Yanındaykenki halimi seviyorum. Sokakta eline uzanıyorum; kaçırıyorsun. Zar zor açık bir yer buluyoruz. Kahve acı; günün tüm saatlerini içine çekmiş kadar acı. İkimiz de hem bir şeylerden hem birbirimizden kaçıyorken, aynı anda birbirimize çekiliyor gibiyiz. Karşı mı koymalı yoksa teslim mi olmalıyız? Bilemiyoruz. Eve dönüyorum. Yokluğunda bile seni hala hissediyorum. 



Karamel Latte


 Ağzımda karamel tadı. Kulaklarımda senin sesin. Kaç gecedir uyuyamadığımı hesaplamaya çalışıyorum. Gitmek için öne sürdüğün bilmemkaçıncı bahaneni anlatıyorsun. Ya kendini ikna etmeye çalıştığın için sürekli değişiyor gerekçelerin ya da tek bir gerçeği gizleyebilmek için birden fazla kez saçmalıyorsun. Bilmiyorum. Önemsemiyorum. Nedenler sonuçları değiştirmez. Sebep olacağı acıları da hafifletmez. 

 Birbirimize benzediğimizi söylüyorsun. Birbirini anlayan ve bazı durumlara benzer tepkiler veren iki insanın birbirine benzediğine gerçekten inanıyor musun? Belki de ‘birbirine göre olmak’ ve ‘birbirine benzemek’ kavramlarını birbirine karıştırıyorsun. Apaçık biz seninle iki farklı türün yanlışlıkla aynı akvaryuma konulması gibiyiz. İkimiz de bir yandan deli gibi çıkış yolunu ararken bir yandan da birbirimizi hem güzel bir yerde olduğumuza hem de aynı türden olduğumuza ikna etme çabasındayız. Belki çıkışı aramak yerine bir anlığına durup gerçek bizi tanımaya çalışsak her şey daha farklı olacak. Fakat belli ki ikimiz de buna gönüllü değiliz. Bunun farkında olmak ne acı ve nefes aldıkça azalıyor ağzımdaki karamel tadı. 



Karamel Latte


 Burada her günüm birbirinin aynıydı. Ezberlenmiş rutinler ve oksitlenmiş duygular çıkmazı beni yordu. Sen bunca zaman neredeydin? Ne acı birbirimizi bulmamızın bu derece geç olması. Kahvenin tatlı yumuşaklığı ve senin her şeye hayır dercesine yukarıya kalkan başın tezat oluştururcasına birleşip yeniden ikna ediyor beni anda ve hislerimde kalmaya. Mantık bir süredir dışarıdan izliyor bizi. 

 Yarın bu şehirden gidiyor olduğumu unutmak istercesine sıradan, günlük şeylerle oyalanıyoruz. Alışveriş yapıyoruz, sinemaya gidiyoruz. Adeta yanında biraz daha fazla kalabilmek için sıraladığım bahaneler listesine birer birer tik atıyoruz. Sonra aniden parmaklarımız birbirine dolanıyor. Hem aniden hem de yavaş yavaş. Elin elimin içinde kayboluyor. Bırakmak istemiyorum. 

 Kahveler artık tat vermiyor. Zaman tepemizde dikiliyor. Seninle ilgili her şey bavulum gibi toparlanıp benimle gelmeyi bekliyor. 



Ice Americano


Kahve soğuk, gözlerin soğuk, kelimelerimiz soğuk. Birazdan gidiyor olmanın yarattığı hüznü sırtımıza destek yapmış yan yana oturuyoruz. Son kez birbirimizi anlama çabasına giriyoruz. Anlayamıyoruz.

 Yeniden görüşeceğimizden bahsediyorsun. İşin aslı buna ikimiz de inanmıyoruz. Birbirimizi kırmadan vedalaşmış olma isteğimizdendir belki de, inanmış gibi yapıyoruz. Oturmuş bir şeylere cevaplar arıyoruz. Acelemiz var. Senin yanındayken zamanı bile unuttum diyorsun. Katılıyorum. Sen burada başıma gelen en güzel şeysin diyorsun. İnanıyorum. Ne istersen yaparım diyorsun. Cevap bulamıyorum. Fonda imkansızın şarkısı çalıyor. Tüm imkansızlıklara sövüyorum. Kahvemin buzları birbirine çarpıyor. Ağzından çıkan cümlelerin içinden bir kelime fırlayıp beynimin tam ortasına yerleşiyor. ‘Boşluktaydım.’ Yerleştiği yerde yankı yapıyor. Yanlış kelimeyi seçmiş olmanı dilercesine hayır diyorum içimden. Ben boşluktaydım. Orada olsaydın seni görürdüm. Kendimi kandırmanın rahatlığı ve hissettirdiklerinin rahatsızlığı arasında oturup veda zamanını bekliyorum. Ağzımdaki kekremsi tat aynı. Yağan yağmur aynı. Ellerinin sıcaklığı aynı. Sadece bu kez gideceğimiz yollar farklı. Veda vakti geliyor ama biz vedalaşmıyoruz. Ayrı yollara giderken yeniden iki yabancıyız seninle. Sadece bu kez anılarla birlikte.