"sarı, mavi, yeşil

yeni bir lamba araklamak yabancının birinden

ve düşünmemek ne etik ne değil

zaten başka bir dilin gramerine uyarken

and purple, red, orange, too."


genç yaşta insanı yaşlanmak endişesi sarınca benim gibi daha demin yüz masaj aletiyle yüzünü gerginleştirmeye çalışıyordur ya da migrenin arkasına sığınıp şakaklara botoks yaptırmak da bir seçenek. sahi gençlikten başka ne zaman kaygılanacaksın yaşlanmak üzerine? kaz ayaklarını ilk gördüğünde veya ilk aklar düştüğünde mi? onluk malı pazarlık diyerekten satıcıdan habersiz beşe (ç)aldığında veya lambayı arakladığında mı? neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünmeyip, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bildiğinde ve bile bile göze batan hatalar yaptığında falan mı?

ben iyi çıkan ilk vesikalığımla beraber öğrendim. on sekizimde bugüne adım atıyoruz ilkin. hayati sandığım şu sınava girmeden bir vesikalık çektiriyorum. yüzüm bomba gibi patlamış ve bundan başka da seçeneklerim var gibi. “tamam”, diyor babam ve kötü çıkan son vesikalığımdan altı adetle çıkıyoruz fotoğrafçıdan. hayatta pek kayda değer bir şey yapmamış, marjinalliğin kıyısından geçmeyen biri olarak kimliğime de koydurduğum o fotoğrafla yaşıyorum birkaç yıl, geçerliliği sona erene dek. hatta dün babamların eve - çünkü ikametgâhımı bile değiştirmedim o günden beri - tebligat gelene değin bir süre de geçmiş oluyor o tarih üzerinden. yine babamla gidiyoruz velhasıl aynı fotoğrafçıya. bora fotoğrafçılık, herkesin bildiği üzere bu şehirde. babam girmediğinden benimle fotoğraf kabinine ufaktan fazla bir tebessüm de çıkıyor fotoğrafta. lakin sevmiyorum bunu. tekrar, diyorum, tekrar abi. sonra dik durmamışım bu sefer. tekrar, diyorum, abi de sağolsun ikiletmiyor yüzündeki memnuniyetsizliğe rağmen. tekrar ettire ettire sonunda ulaşıyorum ona. iyi çıkan ilk vesikalık. babam bununla da dalga geçiyor ya...

fakat babam, babalar. büyüdüğümü sandığım anlar elbet oldu, buysa anladığım andı. yaşlanmak kaygısı üzerine yoğun düşünce, ilk kez büyük beni iyi görüp sevdiğimde başladı. kaybetmemek gerekirdi bu yüzü, iyi çıkan ilk vesikalığı ölümsüz kılarcasından. babamdan ayrıldığım, babamı umursamadığım hayatın ilk gününü her aynaya baktığımda dün gibi hatırlarcasından. misal, “babama sen eve git” diyorum, ben sonra gelirim. onu şu ana dek umursamama karşın beni hiç umursamayışı gibi, “peki” diyor ve gidiyor.

bir yere giriyorum oldukça renkli. renkli bir iki içecek ve midemin kendi rengini göstermesi. lavaboya giriyorum, lavabo da bundan daha az renkli sayılmaz. rengini lambasına borçlu. ayna da beni epey iyi gösteriyor, allah var. olur ya lambada da bir keramet, ben düşünmeksizin fakat elimin yanacağını varsayacak kadar çıkarıyorum lambayı gözünden. çalıyorum herhalde ilk kez. lavabodaki renkli yazıyı dilime dolarken ikincisi.

"from now on, she steals all colors of all the lamps of the world, like colors which are grey of her old face and purple, red, orange, too."