Hayatında olup bitenleri düşünmekten kafayı sıyıracak olan genç herşeyden habersiz hayatına devam ediyordu. Bilirsiniz, her insan hayatı boyunca iki seçenek arasında karar vermek zorunda olduğu durumlara düşer ve verdiği kararlara göre de o kararın getirdiği iyi yada kötü bedelleri öder. Ama nedense bu genç ne karar verirse versin başlarda iyi bile olsa onun için kötü sonuçlanan bedelleri sürekli ama sürekli öder.


Bu gibi durumda bedel ödemekten daha zor olan şey nedir biliyor musunuz? Her günün 24 saatinde de kötü olup insanlara iyiymiş gibi gözükmeye çalışmak, sahte gülüşler, sahte kahkahalar göstermek zorunda olmak.


Sevdiğin birini kaybedersin, insanlar senin için üzülmesin diye -kendini değil de çevreni düşündüğün için- iyiymiş, unutmuş gibi davranırsın. Ama her iyiymiş gibi davrandığında içten içe mide bulantısı hissedersin ve kalbin sıkışıyormuş gibi olur.


Maddi durumda dibe batarsın, ama yine de çevrendeki sevdiğin insanları kaybetmemek için cömertliğinden taviz vermezsin ve kendin yemez içmez çevrene yedirir içirirsin. Bundan pişman değilsindir, ama önceliğinin kendin olması gerektiğinin farkında olmana rağmen kendinden önce sevdiklerini göz önünde bulundurmak hoşuna gider. Buna ister tabiri caizse enayilik diyin ister iyilik. Günün sonunda yine kendini bitiren, yine ölmüş de gömeni yokmuş gibi hisseden sen olursun.


İşin kötü yani bu "miş, mış, muş" lü benzetmeler gerçekten olmaya başlar. Kalbin gerçekten genç yaşında sıkışmaya başlar. Ama umursamazsın. Sürekli miden bulanır yediğin yemekten hiç bir şey anlamazsın. Ama mecbur olduğun için hayatına devam edersin. Hem de olduğun gibi değil de mutluymuş gibi gözükerek!


Her gün ama her gün aynı şeyleri yaparsın. Hayatında hiç birşey değişmez, çünkü hevesin kalmamıştır. Tek istediğin şey dört gözle son gününü beklemek, hatta Tanrı'dan o günün bi an önce gelmesini dilemek olur.


Hayatına yeni insanlar girer, onları seversin, değer verirsin. Senin karşına çıksa sevdiğinden umursamayacağın ufacık bir şey için hayatından bir kalemde silerler seni. Sonra dersin ki "şanssızım heralde bir dahakine nasipse". Bir yenisini sokarsın aynı senaryoyu tekrar yaşarsın. Bir süre sonra etrafına belli etmesen de açlık hissi başlamaya başlar. Ama aç olduğun şey yemekler değil de sevgi ve arkadaşlık, değer görme duygusu olur.


İşte bu yüzden çok merak ediyorum. Bir insanın başına gelen kötü olaylar, facialar vs. Kötü bir insan olduğu için mi geliyor? Yoksa şans eseri kader sadece onun mu yüzüne bu derecede gülmüyor. Başkasını bilmem ama bu genç iyi bir insan olduğunu düşünse de, çevresi de bunu onaylasa da, başına bu kadar felaket gelmesinin sebebi bence kötü bir insan olduğu için.


Her hikaye mutlu sonla biter derler. Ama bu genç istemeden de olsa kendi hikayesini kendi yazdığı ve sürekli kötü olaylara alışkın olduğu için sonunu da büyük ihtimal kötü yazacak çünkü artık tek temennisi iyi olmak değil, HİÇ VAR OLMAMAK.