Evvel zaman içinde, taş kuyunun dibinde, herhangi bir zaman diliminde bir çoban ve koyunları vardı. Çobanlık ata mesleğiydi ve bu miras kendisine babasından kalmıştı. Ne öğrendiyse koyunlara anlatıyor, bunda hiçbir beis görmüyor ve gururunu okşamaktan geri durmuyordu. Koyunlar ise sürekli birbirine yapışık halde ve ayrılmaktan korkarak yan yana dururlardı. Çoban onları kurdun varlığıyla korkutmuştu. Sürüden ayrılırlarsa onları kurdun yiyeceğini söylemişti. Eğer kendisini dinlerlerse onları koruyabileceğini her defasında dile getirmişti. Böyle yaparak çoban koyunları istediği gibi güder, istediği yere götürür, istediği yerde de dururdu. Koyunlardan biri sürüden ayrılmaya kalksa ya da kurdun varlığıyla ilgili şüpheye düşse çoban hemen onları etrafında toplamaya başlar, yüksek sesle ve dikkat çekerek kurdun korkutucu kızıl gözlerinden, keskin dişlerinden ve bir darbede devirmeye yetecek güçlü pençelerinden bahsederdi. Buna rağmen koyunlardan biri ısrarla sorgulamaya kalkarsa sopayı kafasına yerdi. Vaaz verilip koyunların şüpheleri giderildikten sonra, havanın kararmasıyla birlikte herkes derin bir uykuya çekildi. Derken koyunlardan biri gözlerini yavaşça açtı. Sessizce, kimseye görünmeden sürüden ayrıldı. İlk başlarda karanlıktan ve yalnız kalmaktan korksa da özgürlüğün verdiği his muhteşemdi. Koyun tek başına haftalarca dağlarda gezmeye başladı. Hiç görmediği yerleri görür, adını bile duymadığı otların tadına bakar, lezzetli bitkileri mideye indirirdi. Mutluluktan topuklarını yere vurarak düzlüklerde, ovalarda koşardı. Geçen bunca zaman içerisinde tek bir kurt izine dahi rastlamamıştı. Karanlık çöktüğünde bile duyduğu tek şey kuşların cıvıltısıydı. Çobanın koyunları kandırdığını anlayarak derin düşüncelere daldı. "Demek yıllarca nasıl da aldanmışız, hiç sorgulamadan inanmışız her şeye. Bizi koruduğunu zannettiğimiz çoban, meğer kendisi korunmaya muhtaçmış." Hemen ayaklandı. Arkadaşlarına çobanın nasıl bir yalancı olduğundan bahsetmeliydi. Sürüdeki koyunlara özgürlüğü vermenin neşesi ve sevinciyle geceleyin yola koyuldu. Çobanın horul horul uyuduğu vakitte sürüye usulca yaklaştı, koyunların arasına karıştı. Rüyalara dalmış koyunları teker teker dürterek ayaklandırdı. Her bir koyunun kulağına fısıldayarak haftalarca dağlarda gezdiğini, hiç kurt görmediğini hatta kokusunu bile almadığını söyledi. Koyunlar onun başında toplandılar ve ardı arkası kesilmeyen hakaretlerle onu aşağılamaya başladılar. Sürünün en yaşlı üyesi ileri atılarak "Sen kurtla anlaştın, kendi canını kurtarmak için bizi yem edeceksin!" dedi. Ne söylerse söylesin, iyi niyetine ve bütün çabalarına rağmen koyunlardan hiçbiri ona inanmadı. Yetmezmiş gibi bir de hırpalayarak sürüden kovmaya kalkıştılar. Gitmek istemese de çobanın çıkan gürültüden dolayı irkildiğini görmesiyle koşarak kaçtı. Oldukça üzgün, şaşkın ve hayal kırıklığına uğramış olarak nereye gittiğini bilmeden gezinmeye başladı. Yorgunluğunu üzerinden atabileceği rahat bir yer bulduğunda gözlerini kapadı. Kasvetli gece, yerini gündüzün aydınlığına bırakınca sürüdeki koyunlar dehşet verici bir güne uyandılar. Aralarındaki en yaşlı önderleri ortalıkta yoktu. Bu, panik havası oluşturmuştu. Herkes ne oldu diye birbirine soruyor, kimse ne olduğunu bilmiyordu. Koyunlardan biri öne çıkarak "Dün gece yalnız gelen koyun, kurdu buraya çekmiş olmasın?" dedi. Koyunlar hep birlikte yaşlı koyunu, kurdun alıp götürdüğünü düşündüler. Çoban her zamanki gibi kurttan korkulması gerektiğini, dikkati üzerinde toplayarak, söz gelimi sesini yükselterek, bağırarak anlattı. Sürüyü dağıtmak isteyen yalnız koyuna ise ağza alınmayacak laflar etti. Ondan uzak durulmasını, lanetli olduğunu, eğer ona inanırlarsa kurda yem olmaktan kaçınılamayacağını öfkeyle dile getirdi. Koyunlar yaşlı büyüklerinin yasını tutarak gözyaşları toprağı ıslatana kadar ağladılar. Aradan aylar geçti, yıllar da ardı sıra kovaladı. Sürüsünden uzakta tek başına yaşayan koyun, defalarca kez konuşmayı denese de hiç kimse ona kulak asmıyordu. Bir gün çoban yine koyunları etrafına toplamış, çatık kaşıyla elini kolunu sallayarak nasihatlerde bulunuyordu. Koyunların tereddüdü sönüyor, karşı çıkmak isteyeni bir korku basıyor ve saflar gittikçe sıklaşıyordu. Bizimki onların bu hallerini seyre daldı. Kendi kendine düşünmeye başladı. "Ben de bir koyun olsam da özgürüm. İstediğim yere gider, istediğimi yaparım. Onlar da koyun fakat korkuyorlar. Ben ise korkmuyorum. Hayatta korkaklar koyun gibi yaşamaya mahkumdur. Ben de bir koyun olsam da asla koyun gibi yaşamaya mecbur değilim."