Karanlık Ruh, odada kalmayı tercih etmiş ve sanki yuvası boş gözleri görüyormuş gibi pencereden dışarı bakıyordu. Bu sırada gülümsemekten çürük dişleri açığa çıkan ve yırtık elbiselerinden vücudundaki kesikler, kırbaç ve kalın sopa izleri görünen orta yaşlı bir adam hin sesiyle “orada şu kadar dinar, şurada şu kadar altın” benzeri tasdik cümleleri söyleyerek odadan çıkmaya hazırlanıyordu. Saydığı varlık listesi bitince ellerini ovuşturmaya başlamış ancak bileğinden kesilmiş elsiz kolları birbiriyle ovuşmaya çalışırken acınır halde görünen adamın sırıttığı ağzında istif bozukluğu görünmemişti. Herkes gibi adı bilinmeyen bu adama Kabahat Önderi adını Mahkum Şair adında bir başka sâbir vermişti. Kabahat Önderi, varlıklı suçluların adalet korkusunu kullanarak onların suçlarını üstleniyor ve karşılığında kendi çapında belirlediği miktarda para yahut değerli eşya alıyordu. Kadı çocuklarının, keşişlerin, askerlerin, saray bekçilerinin suçlarını kendi yapmış yada azmettirmiş gibi göstererek onların yerine yediği falakalardan sebep ayak altlarında yıllardır geçmeyen morluklar ve siyahlıklar vardı. Anlattığı kadarıyla seferden dönen sadrazamın ganimetten kaçırdığı altınların yarısını almak şartıyla hırsızlığını üstlenmiş, bu yüzden sol elini kırk sekiz okka altın karşılığında feda etmişti. Sağ elini ise padişahın çocuğuna sinirinden tokat atan bir amiralden destroyer alacak kadar para vermesi yahut kendisine destroyer yaptırması karşılığında üstlenmiş ve dediğine göre amiral, hazırda o kadar parası olmadığı için destroyerin yapımına başlatmış ancak yarısına gelmeden savaştağa şehit düştüğü için Kabahat Önderi gemiyi yarım halde satmıştı. Sâbirler, kendi aralarında bu adamın tenasül uzvunun entarisinden belli olmadığını, bunu da muhtemelen bilmem hangi şehzadenin karısına bilmem hangi şeyhülislamın oğlu ırzına geçti diye bilmem kaç okka altın karşılığında kestirdiği hakkında ileri geri dedikodular yapıyordu.


Kabahat önderi odadan çıktığında Derviş, alnından akan terler eline geldikçe içinden sureleri daha coşkulu okuyor ve başını bir an bile kaldırmıyordu. Artık Derviş, kara taşlı odanın bir kenarında, uzun kavuğuyla, gâvur memleketlerindeki palmiye ağaçlarının meltemden salınan dalları gibi titriyor ve gözleri ellerinden başka bir şey görmüyor, çoğu zaman kapalı tutuyordu. Az önce ayaklanan ve kibirlerinden, burnu havadalıklarından kimseyle pek konuşmayan iki genç delikanlı, Derviş’in sallanan halini gördüğünde acıyarak bakmış ve yollarına devam ederlerken herkese uygun lâkabı çabucak bulan Mahkum Şair, kendi gibi şair olan ve Sokak Şairi adını taktığı gence dönüp “ Derviş, Vertigo Derviş” diye aklınca mizah yaparak peşine sessiz bir gülüş vurmuştu. Sokak Şairi ve Mahkum Şair’in hikayesini Sabırhane Kâhyasının ağzından daha sonra dinleyecek olan Derviş onları duymuş ancak düşünce yeminini bastırmaya gayret ederek okuduğu kutsal metnin tecvidini daha vurgulu ve uzun yaparak dikkatini dağıtmaya çalışmıştı.