Pazartesi günüyle başlayan erken kalkma zorunluluğundan iki gün için de olsa kurtulmanın verdiği huzurla uyumuştum. Gözlerimi açtığım anda saate bakmamış olsam en azından saate bakana kadar huzurlu olacaktım. Hafta içi erken kalkmanın verdiği alışkanlıkla yine erkenden uyanmış olduğum huzursuzluğun suratıma yansıdığını ayna karşısında fark ettim. Bu huzursuzluğu silmek için yüzümü yıkasam da çok bir şey fark etmedi. Sigara içmek istedim ama aç karnına sigara içmenin vereceği zararı düşündüm. Sigara tok karnına da faydalı değildi ama zararı en aza indirmeye çalışıyordum. Kahvaltı etmek için mutfağa geçtiğimde ekmek olmadığını gördüm. İşte tam da burada sinirim tepe noktasına ulaşmıştı.

 

           “Kahve altı” diye çıkan bir şeyin aç gözlü geçmişimiz yüzünden tıka basa bir şeyler yeme kültürüne dönüşmesine bir hayli kızgınım. Sabah uyanır uyanmaz karnımızı doyurma çabasında oluşumuzdan tiksiniyorum. Evrim denilen şeyin bu olmaması lazım. Kahve altından serpme kahvaltıyla bile doymak bilmeyen insanlara dönüşmemiz evrimle açıklanabilir mi? Bu durumu açıklayan evrim olursa atalarımıza olan öfkem daha da artacak. Gözü doymayan insanlar olmamıza alıştım ama karnı doymayan insanlar oluşumuza hâlâ alışabilmiş değilim. Hem doymuyorum hem öfkeleniyorum. Öfkelendikçe daha da çok yiyorum. Sonra yediklerimi eritmek için kendimi yoruyorum. Bu insanın kendisine yaptığı bir işkenceden başka bir şey olamaz.

 

           Böyle söylenirken masamın kenarında bulunan bozuk paralardan 7,5 TL alarak evden çıkmıştım. Yeni uyandığım ve duş almadığım için de saçlarım darmadağındı. Bu yüzden hırkamın kapüşonunu kafama geçirerek saçımı saklama çabasıyla apartmandan aşağıya indim. Hemen yan apartmanın altındaki fırına girecek gibi değil de içeriye bakarak önünden geçtim. İçeride maalesef sürekli saçını kaşımaktan kafasında en az 2 veya 3 ayrık olan ablayı görünce oradan ekmek almaktan vazgeçmiştim. Kafasını kaşıyarak verdiği ilk ekmeği yiyememiştim. O günden sonra da her ekmek almam gerektiğinde bir kez olsun şansımı denemek için o fırının önünden geçerdim. Her zaman olduğu gibi ters yöne dönerek yaklaşık 3 dakikalık bir mesafede olan diğer fırına doğru gitmeye başladım.

 

           Fırına girdiğimde selam vererek bir ekmek istedim. Tek eline eldiven takan ağabey, ekmeğimi hazırlarken “Ne kadar?” diye sordum. Fiyatını bilsem de bunu sormadan edemiyordum çünkü her seferinde “Sürekli zam geliyor ya, takip edemiyoruz ahahaha” diyerek esnaf şakalarından daha güzel olduğunu düşündüğüm kötü şakamı yapmadan duramıyordum. Bu kez sondaki gülmeyi kesmek zorunda kaldım ve hatta şaka niyetine bile bu cümleyi kullanamamıştım çünkü ağabey, ekmeğin bugün itibariyle 10 TL olduğunu söyledi. 2,5 TL eksik olduğu için utanmıştım. Sabah nasıl uyandığımdan tutun da sigara içmek için ekmeği aldığıma kadar her şeyi anlatarak hemen getireyim diye hikayeler anlattım. Sonunda da o zaman ekmek iki olsun ben hemen getireyim dediğimde sanki krizi fırsata çeviriyormuşum gibi ağabeyin suratı düşse de hevessiz bir şekilde verdi. Parayı getirdiğimde de ikinci ekmeği alabilirdim ama yaşadığım gerilimle aynı olmasa da ağabeyin de bir şeyler yaşamasını istedim. Dinlemekten ve ikinci ekmeğin şokundan olsa gerek ki suratı asık bir şekilde “Sen yabancı değilsin.” dedi, ağabey.

 

           Ne? Neymişim ben? Yabancı olsam o 2,5 TL zorla da olsa alınacak veya ekmeği vermeyecek miydi? Belki de 20 TL diyecekti… Sonra da turizm bitiyor diyorlar, anlamıyorum. Yabancı kelimesini tanımak anlamında kullandıysa da beni ne kadar tanıyor olabilir ki? Yapmayı en çok sevdiğim şeyleri, en sevdiğim müziği biliyor mu, mesela. Benimle bir yolculuk veya mangal yapmış mı? Bu gibi olaylarla insanları daha iyi tanıdığımızı düşünüyorum. Günde bir kez ekmek almayla beni ne kadar tanıyabilir? İlk defa bugün utandığım ve gerildiğim için fazladan cümle kurdum. O sırada mı beni tanıdı? Ben yabancı değilmişim. Böyle de samimiyetsiz bir yalan daha yok demek isterdim de çok var. Buna rağmen bu da çok samimiyetsiz olan yalanlardan bir tanesi. Bu tarz samimiyetsiz yalanlardan hayatım boyunca nefret ettim. Ekmeği parayı getirmeden vermiyorum demiş olsa bu laf kadar canımı yakmazdı. Böyle kendi kendime söylenerek eve geldim, bir adet yirmilik kâğıt para alarak tekrar fırına gittim.

 

           Beni görünce yüzünde güller açan ağabeyin 20 liraya bu kadar ihtiyacı olduğunu bilmiyordum. Buyur ağabey diyerek parayı uzattım. Tam olarak eline temas ettiği anda “Gerek yoktu, sen yabancı değilsin.” dedi. Uyandığım andan itibaren sürekli tepeme tırmanan sinirlerimin yanına bu kez de cinlerim gelerek tepinmeye başlamışlardı. Nasıl da güzel bir hafta sonu sabahı oldu diye seviniyorlardı sanırım. Ben cinlerimin tepinmesini kısa bir süre dinlemeye koyulduğum esnada ağabey, çoktan paranın üstünü hazırlamıştı. Benim tepemde bu kadar cin varken 7,5 lirayı da cebimde eve kadar tıngırdatamazdım. Kalsın ağabey, hayırlı işler diyerek kapıya yönelirken olur mu öyle şey alsana, dedi. “Sen yabancı değilsin” diyerek ve hayatımdan bir fırın daha silerek uzaklaştım.