Öyle karmaşa içindeki ruhum, gözlerimi düşürsem dahi önüme, susmuyor dilleri! Kulaklarım âmâ kesilse bile velfecir dağıtan gözleri, itham edici cümleler. 


Cümlesine ayrı ayrı nokta koyulası. 


Vildan, beni mutsuz sanıp kol kanat gerip üzerime titreyenler, vesaireler. Deliyi icra etmekte pek zor, akıl mı? Hep başa bela. Ne kadar da meraklısı var, akıl kapıştırmanın... İllallah... 


Dur, yapma, sıçrar dedikçe sidik yarıştırmaların akıl almaz boyutlara ulaşması cabası. Affedersin Vildan, sidik demeseydim iyiydi. 


Yine bulutların şahane şovu var gökyüzünde. Ve yine kaçırdık metrobüsü, bekliyoruz Altunizade'de. 


Ofisteyim, sen noksan.

Gelip hani kapımı çalsa o tontiş ellerin... "Bir fincan kahvenin kırk vıl hatırı vardır."

dinlerdik, Muazzez Ersoy'dan. Ben beklemedim, sen gelmedin Vildan. 


Bana kaderimin bir oyunu mu bu? Hiç bu tarafından yormadım konuyu. Düşünü düşlediğimde başımdan iner Kasım yağmuru. Aşk laftan anlamazsa, ver coşkuyu. 


Hüner değil sevip sevip ayrılmalar. Hiddetli tartışmaları dindir, bir gönüle kaç aşk mahkûmu sığabilir? Bilen gelsin beri. Vildan, kirpiklerin dahi hatrımda. Platonik bir sevdaydı bu oysa. 


Ki ben seni resmedebilirken gözlerimi yumduğumda, sen beni hatırlamazsın yanımdan geçerken kokunu ödünç salsan burnuma. Hem, açılamazdım sana. Saygı vardı, utanma vardı... Gözlerimde izin kaldı. Bukleli saçların, senden aşırabildiğim en

nadide kârdı gözlerin... 


Daldıkça o senli günlere, apansız gülerim ben yine.

İpliğim merserize beyaz, iğnem parlak ve sivri burun ayakkabı, İspanyol paça pantolon...

Yakamda kırmızı karanfil. 


Üsküdar nire, Pendik nire…

Deme Vildan. 


Topuklarım hiç olurdu sana yürürken. Yeni yetme cihazlar olsaydı elimizde o an, random random güller serperdim kutuna.

Postacı kuşlar uçurdum çatına. Heyhat... 


iletilmemiş mesajlarım kutuna. Kutu kutu pense oynayan çocukların hatrına, tebessümünü paylaş... Çıkıp pencereden hani bir baksan. İçim ürperiyor ya evde yoksan.