Her şeyden habersiz oturmuş, çayını içiyordu. Altında üç ayaklı tahtadan tabure, elinde kurdelesi ve her yudumundan sonra kurumuş otların üstüne koyduğu bardağı; beni sekiz yıl önceye götürüyordu. Dile kolay, sekiz yıl geçmişti aradan. Üç ihtiyar yaz akşamında sekiz yıl sonra tekrar karşılaşmıştı. Ben, o ve ceviz ağacı. Her zaman aynı ağacın altında sattığımız kurdelelerin hesabını yapardık. Ceviz ağacı bilir bizi, yaprağından anlardık onun duygularını. Çok yaprak dökerdi zaman zaman. Anlardık ki hüzünlü bir bahar bekliyordu bizi. Bazen coşardı, gürlerdi sanki gök ile anlaşmışlar gibi. Ölüm gibi hissediyor derdik biz onun bu hallerine. Hırçınlaşır, sonra sessizliğe bürünür, yazın yasını çekerdi. Dalları gri, gövdesi kalın cevizleri de iri iri olurdu. İçi boş çıkmamıştır hiç; hep sert, hırçın tavırlar takınırdı. Hoş ya, biz de güvende hissederdik kendimizi. Belki ondandır bu bağımız. İçten içe sevgi, güven duyardık ona. Bizi anlardı o da daha bir içten sallanırdı dalları.

O iki ihtiyarı uzaktan izliyorum da hayat ne çok izler bırakmış üzerlerinde.

Yaz akşamlarının yeri ayrıdır bizde. Doğa sıcak nefesiyle üflüyor da salınıyor havada esintisi.

Hatırlıyorum da çocukken de severdim hep yaz mevsimini. Zamanımın çoğunu dışarıda geçirebildiğimdendir belki de. Biz sekiz sene önce son günümüz gibi ayrıldığımızda o evli, ben ise çalıştığım için evlenmenin imkansız olduğu zamanlardaydım. Görüşmeyi kestikten sonra bende bir evlilik yaşadım. Bir asrın yarısından fazla yaşamıştım ama asıl yaşam biricik eşim Nevin ile olanmış. Şimdikine yaşam diyemem o yüzden. Çok hastaydı, yorgundu. Çok gülerdi belki ama içindeki küçük kız onun mutsuz tarafıydı. Kendi kendini yedi içten içe. En azından iki yıl yaşam neymiş öğrendim. Fakat şimdi bilmem yaşam ne, artık özlem var, içimde durmak bilmeyen fırtınalar var. Dinmiyor, belli ki dinmeyecek de.

O evliydi o yıllarda ama sonrasını bilmem. Hayatı sekiz yıl önceki ile aynı değildir zaten ama anımsadığım kadarıyla hayat ondan çok şey götürmüş gibiydi. Uzaktan çok şey anlayamıyor insan ama anıları yetiyor bazen hayatın tekrar göz önünde canlanmasına. Anılarımızı tekrar kullanmak kullanılmış peçeteyi tekrar kullanmak gibi. Halbuki çöpe atmıştım onu. Nereden çıkıp gelmişti bunlar gözümün önüne? Yaz akşamı, ceviz ağacı, kurdeleler, taburedeki eski dostum...

Gözlerimin önündeki anlar yarım saatlik uykuda canlanmış, yarım saatte hayatım durmuş, film geriye sarmıştı. Geriye sardırılmış hayattan parçalar... Bütün hali geçmiş zaten. Geleceğim ise son beş yıl. Doktorum öyle demişti en azından. Yoktan bir ölüm olmazdı, bizim ceviz ağacı hep hissettirmişti bana bu illeti. Hala tenimde eser rüzgarı, kulağımda çınlar yaprak sesleri... Kurdele diye bağırırlardı. Koşar adımlarla gider, bırakırdık, evet, birlikte çünkü ayrılık nedir düşünmezdik o zamanlar. Şimdi de sekiz yıl öncesi yaşanan var olmamış ayrılığın özlemi var içimde. Habersizce kopmuştuk. Şimdi neredeydi acaba?

Ceviz ağacı duruyor muydu acaba hala... Bilmiyorum ki. Oraya gitmem bir haftamı alır. Beş yıldan eksilen bir hafta bana yarım asrı geri getirecek miydi peki? Yoksa insanlar mıydı yarım asrı tamamlayan? Zihnimdeki insanlar besbelli tamamlardı. Ama onlar da gerçekten yaşıyorlar mıydı benim gibi bu dünyada? Düşünmesi bile ulaşılmaktan uzaktı. Belki kaparım gözlerimi, bir adım uzağıma alırım yine onları. Hem daha kolay olurdu. Ama bu da çok kısa sürerdi hep. Uzun bir uyku yeterdi yanlarına gitmek için. Beş yıl demek bu yolculuğu uzun yapan şey. Keşke sardırsam hayatımı. Ya geriye ya da tamamen sonsuzluğa.