Son günlerde ekranlarımız fazlasıyla aşındı, sebebi ise sürekli yukarı kaydırmak. Yeni dünya bizlere yeni pazarlama yöntemleri ile yaklaşıyor. “Influence” etmek. Çeşit çeşit “influencer” tarafından sürekli olarak ekranları yukarı kaydırmamız isteniyor.


Merak ettiğim ise şu: Siz bu pazarlama yönteminden etkileniyor musunuz?


Doğruyu söylemek gerekirse ben pazarlamanın, reklamcılığın eğitimini almış biri olarak tüm bunların birer stratejiden ibaret olduğunu bile bile etkileniyorum. Sevdiğim, tercihlerine güvendiğim kişilerden gelen yukarı kaydır çağrılarına kulak veriyorum. Ancak günümüzde bunun en ufak patlama yaşayan kişilerde bile kullanılıyor olması yakın zamanda bir antipatiye yol açacak gibi. Çünkü son günlerde herkes bu influencerlardan şikayetçi.


Peki yukarı kaydırmak bizleri nereye götürüyor?


Evet bazen ihtiyacımız olanı karşılıyor olabilir. Ama çoğu zaman kırk yıl düşünsek aklımıza bile gelmeyecek ürünlerle karşılaşıyor, hemen sepetimize ekliyoruz. Tüketim çılgınlığı hiç durmadan devam ediyor ve yukarı kaydırmak bunu daha da körüklüyor. Bunların ne kadar farkındayız? Bence çoğumuzun dolabı giymeyi unuttuğumuz giysilerle dolu. Ama biz bunları görmezden gelip sürekli kendimize bir şeyler almaya devam ediyoruz. Ve hikayenin en acı kısmı, bu kıyafetlerin hepsini giyecek kadar renkli bir hayatımız bile yok!

Her gün etkinliklere davet ediliyor, sürekli toplantılara katılıyorsanız ya da dernek yemeklerinin en şık insanı olmak istiyorsanız susuyorum.


Dünyanın bulunduğu durum bu, evet ama biz de bu duruma karşı tamamen savunmasız değiliz. Elimizde hayır demek gibi büyük bir yetenek var. Bu yeteneği kullanmamız gereken anları belirlemeliyiz. Örneğin herkes karantinada olduğu günlerde çılgınlar gibi boyalar, fırçalar aldı. Resim yapmak gerçekten harika bir şey, ama hepimiz biliyoruz, birçok kişi boyaları şimdiden unuttukları köşelere attı bile.


Tüketmek neden kötü olsun, herkes kazanıyor, diyor olabilirsiniz. Evet, benim ürettiğim ürünün yok satması bana, çalışanıma, reklamcıma, gelecekteki çocuğuma, yararı dokunan herkese faydalı aslında. Ama ben üretimimi hangi koşullarda yapıyorum acaba? Hangi hayvanı denek yaptım kendime, hangi insanı sömürdüm, doğaya nasıl bir zarar verdim? Bunlar, cevaplanması zor sorular. Ve bu sorular cevap bulmadığı sürece tüketim iyi bir döngüden ibaret olmakla kalmayacak ve bizleri de tüketmeye başlayacak.


Doğaya verilen zararı bakış açımızı kapatan binalar yüzünden göremiyor olabiliriz. Ama tüketim çılgınlığının insana verdiği zarar için fazla uzağa bakmaya gerek yok. Çocuklar matematik problemi çözmeden önce internet alışverişini öğreniyor. Hayal gücümüzün sınırlarını zorlayan ve hiç bitmeyen istekleri başlıyor. Sürekli karşılanan gereksiz istekleri yüzünden doyumsuz bir insan olarak hayatına devam ediyor. Bu şartlara uyum sağlayamayanlar ise psikolojik olarak fazlasıyla etkileniyor. Elde edemedikleri her şey için biraz daha nefret ediyorlar dünyadan.


Tüketim çılgınlığı basite indirgenecek bir sorun değil, gerçek bir hastalık. Ve tüketimin bir döngü olduğunu unutmamalıyız. Günü geldiğinde bu hastalık bizleri de tüketecek.