Her bir masalın derinliklerinde gün ışığını yakalayan gözler birikirmiş. Bu gözler günlerin birinde yakaladıkları gün ışıklarını geceyi aydınlatmak için kullanmaya karar vermişler.

Bu yüzden günlerin gecelerinde ise karanlığın ve maviliğinin arasından gün ışığı gözler parıldamış.


Bu parlaklığın arasından bir çiçek dünyaya gelmiş. Bu çiçek balların sarılığını doğuracak kadar sapsarı, incecik gövdesiyle yıllar boyunca nasıl bir dünyaya geldiğini bilmeden büyümüş. Bu geçen yıllarda da kendini sarsan, kimi zaman yenik düştüğü rüzgârlara istemeden de olsa bir hediyeyi sunar gibi tohumlarını bırakmış.


Özgürleşen tomurcuk tohumlardan biri, bir gün akılların sırlara eremediği zamanlardan birinde eski bir taş meyhanenin içine düşmüş. Tomurcuk tohum, gri taşların arasında yuvarlana yuvarlana bir şarap şişesine çarpıp sessizliğin içinde küçücük kalmış. O sessizliğin sesi olacak kadar incecik bir sesle durmuş. Üzeri; yuvarlanırken geçtiği yolun kirliliği, tozluluğu yüzünden siyahlaşmıştı.


Bu kirli tomurcuk, tohumun ona dokunmasıyla bu anı bekler gibi yüzyıllık uykusundan uyanan şarap şişesi olduğu yerde bir geri bir ileri gitti. Hafifçe tomurcuk tohumdan uzaklaşmak istedi. Şöyle geriye doğru iyice bir gittikten sonra ona döndü.

—Bir haylaz inmiş inmemesi gereken izbe, unutulmuş bir meyhaneye. Uyanın yüzyıllık uykudan sahipler, bakın, görün yeni gelen misafirimizi.


Teker teker, şangır şungur sesler taştan duvarlara çarpa çarpa tomurcuk tohuma ulaştı. Bu kadar çok sesi ilk defa duyan, bu kadar çok sesin çıkabileceğini bile daha önce bilmeyen bu tomurcuk; tedirginlikten, biraz da haylazlığının ortaya çıkmasından dolayı titremeye başladı. Diğer şişeler ve meyhanedeki her şey sanki bu uyandırılmayı bekliyormuşçasına hep bir ağızdan en son rüyalarında ne gördüklerinden tutun da bu tomurcuğun nasıl yolunu kaybetmiş olabileceğine kadar yeni uyanmanın heyecanıyla konuştular. Ta ki şarabın tok sesi tüm konuşmalardaki harfleri yutuncaya kadar… O sırada şarap, tomurcuk tohuma dönerek onun hangi çiçeğin tomurcuğu olduğunu sordu. Tomurcuk biraz çekinerek oldukça ürkek bir sesle:

—Gecenin karanlığını ya da kötü havaları sevmem. Çiçeklerimin o zaman açmayacağını biliyorum ancak sizlerin beni hangi isimle çağırdığınızı bilemem, dedi.

Mırıldanmalar tekrar yükselmeye başlarken şarap tok bir kahkaha attı.

—Ey ahali! Küçücük tohumun düşüncesine bakın hele, bunca yıldır görmüş geçirmiş olan bizler, ne dersiniz, anladınız mı nereden geldiğini?

Şarap kadehlerinden çatlak olan:

—Düşünme şeklinle bile ne olduğun belli. Çiğdem çiçeğinin tohumusun evlat, dedi.


Çiğdem olduğunu anlayan herkesin korkudan gerildiğini hissetmek için havadaki felaket sözlerini bile duymaya gerek yoktu. Çiğdem tohumu merakından artık dayanamayarak:

—Neden hepiniz felaketten bahsediyorsunuz, diye sordu.

Şarap şişesi:

—Bu meyhanenin terk edilmesini sağlayacak bir olay yaşandı yıllar önce. Bu olayda çocuk, senin küçücük hayatında görmediğin, insan ismini alan, kendi gündüzlerini ve gecelerini yaratacak güçlere sahip bir ırk vardı. Bu ırk yıllar önce pek çok felaketi kendi elleriyle başlatıp kendileri gezegenin, yani şu an yaşadığımız yerin çok çok daha büyük halinin, farklı yerlerine dağıldılar. Bazen birbirlerini öldürdüler. Bazen canlı, cansız her şeyi öldürdüler. Bu meyhane de onların yaşamak için gelip gittikleri bir yerdi. Ancak bir gün dışarıda yaşayamadıkları çoğu öldü. Çiğdem tohumu:

—Neden öldüler, diye sordu.

Şarap:

—Pencereye doğru gidip dışarıya bak ve gördüğün şeyleri bize anlat, dedi.


Çiğdem tohumunun gördüğü şeyler tüm tüylerinin ilk kez korkuyu hissedip dikleşmesine yol açtı.

—Derinden gelen uğultuyu duyabiliyorum. Aşağıda ve yukarıda gördüğüm şeyler neler, diye sordu titrek bir sesle.

Tombul bir şişe ona yaklaştı.

—Aşağıda gördüğün şeyin adı toprak. Eskiden daha tatlı, sevecen görünürdü. Bu kadar keskin, korkutucu bir rengi yoktu. Yumuşak, dağılan bir hali vardı. Karşıda gördüğün ağacın gövdesinin rengindeydi. Yukarıda gördüğün şeyin ismi de gökyüzüdür. Belki hayal bile edemeyeceğin büyüklükte büyülü, yan tarafındaki tahtanın daha temiz bir rengine sahip, şuradaki fanusun bizi sarıp sarmalayacağı şekildeydi. Yani şimdinden çok farklıydı. Böyle kapkara, korkutucu değildi. Bunların hepsini insan ırkı yarattı, dedi.

Çiğdem, bunu nasıl yarattılar, diye sordu.

Tombul şişe derin derin içini çekti.

—Her şey o kadar yavaş yavaş olmaya başladı ki çoğumuz bu kadar kötü bir sonuç vereceğini hissetmedik. Birkaç önemsiz gibi görünen ölümler, insanların kendi türlerine karşı yaptıkları şeyler ya da senin daha hiç görmediğin hayvanların bile kendi isteklerine göre hareket edemeyip bir yerde sıkışmaları…

Hepsi o kadar küçük zamanlarda olmaya başlayınca kimse önemsemedi. Her şeyi bu kadar tersine çeviren ise daha önce kimsenin görmediği büyük bir şeydi.

Şarap yanlarına gelerek:

—İlk önce sanki gezegenin tepetaklak olduğunu hissettik. Güneşin gitmiş olduğunu zannederken birden tüm evren toprağa değdi. Her şey çürüdü. Koktu, dedi.


Tomurcuk tohum, kendisinin hangi çiçekten geldiğini anladıklarında öyle tepki vermeleriyle bunların arasında bir bağ kuramamıştı. Tam bu bağın ne olduğunu soracakken incecik ses duydu. Geldiği yöne bakınca bir tablonun yerinde hareketlendiğini gördü. Biraz daha ona yaklaşmak için ilerlediğinde o incecik sesin tablonun arasına sıkışmış olan bir aynadan geldiğini fark etti. Aynadan kendi yansımasını gördüğünde korkudan benzi beti attı.

Aynadaki yansıması:

—Çoğu insan, yarattıkları felaketlerin getirdiği ölümlerden hayatta kalabilmek uğruna bu meyhanenin altına bir sığınak yapıp yerleştiler. Ne var ki bir daha oradan çıkma şansları olmadı. Hiçbirimiz de içeride ne olup bittiğinin gizemini çözemedik…

Aynadaki yansıması daha çok şeyler söyleyecek gibiyken derinden gelen bir uğultu tüm meyhaneyi sarmaya başlamıştı. Gittikçe artan bir ses sanki yerle bir etmek istercesine tüm taşları kırarcasına oymaya başladı. Şarap şişesi, tombul şişe, ayna, tablo dayanamayıp yere doğru düşerken seslerini derinden gelen ses yutmuştu. Tomurcuk tohum meyhanenin yıkılışının arasında aşağıdan gelen hava kütlesi ile birlikte simsiyah göğe doğru uçuyordu.


Geride kalan yeryüzü giderek silikleşirken sert kabuklu, ağzından çok sıcak hava püsküren bir yaratığa çarptığını acıyla hissetti. Çarptığı yaratığın derisindeki sıcaklıkla eridi.