Tam geldiğini zannederken kendine, olduğunu zannederken, vardığını zannederken anlıyorsun henüz olmadığını, olamadığını.

Bir sabah kalın yorganların altında can çekişirken yorgun ve bitkin bedenin; hem soğuktan tir tir titriyorsun hem de sıcaktan, cehennem alevi gibi sıcaklardan, hem soğuk. Hem sıcak. Hem sıcak. Hem soğuk. Hem buharlaşmakta olan hem de kendi üstünde, kendi kalbinde, kendi anılarında donan ve üstüne karlar gibi yağan terler akıtıyorsun. Üstündeki kazak hiç bu kadar ağır gelmemişti sana, hiç bu kadar... Daha önce hiç ölecek gibi hissetmemiştin, siyah çizgili bir kazağın boğazına tutuşturduğu elleri yüzünden.

Ve sen o kalın yorganların altında hem aklından hem de uzuvlarından yavaş yavaş uzaklaşırken, yanı başındaki yatakta uzanan bambaşka bir kadın, bambaşka bir yorganın altında, zihni ve bedeni dinç, güzel hülyalarla bir o yana bir bu yana dönerek uyuyor, senin otuz sekiz derece ateşle suyun altına girmeye cesaret edemediğinden ötürü yağlanmış saçlarının aksine onunkiler pencereye giren ilk ışıkla yastığın üstünde aynı hülyaları, aynı dinç bedeni gibi parlıyor.

Aynı evi paylaştığın o kadın, buzdolabının üstünde bırakıp gidecek kadar mutluyken ekmeklerini, elini bile sürmeden, çekip çıktığında kapıyı; günler geçiyor, saatler bileniyor ve küflenen ekmekler senin üstüne yapışıyor. O kadının küfleri, o kadının kemikleri boğazındaki, hepsi sana ve sana bulaşıyor. En sonunda sen çöpe atıyorsun o ekmekleri, o mutsuz ekmekleri, yarım kalmış hikayesini, yarım kalmış, son bulmuş kahvaltı saatlerini.


Birilerinin küflenmiş ekmekleri bir de terden sırılsıklam olmuş yatağın,

küflenmiş ekmekler bir de üstüne giydiğinde terlediğin, çıkardığında tir tir titrediğin anıların,

yatağın sol tarafında, alnında cayır cayır yanmakta olan yalnızlığın, yatağın sağ tarafında ayak uçlarını soğuktan kangrene çeviren ''bir türlü anlaşılamadıkların''.


Tam oldum zannederken ağır bir soğuk algınlığı gibi seni aniden çarpan, kulaklarını uğuldatıp, boğazına yumruğunu sıkan, ağzına acı acı tatlar salıp balkon kapısından içeri sızan soğukla seni düşman yapan, Tekirdağ'ın öğle saatleri kadar iç açıcı, akşam vakitleri kadar kış bir gölgenin, senin gölgenin, kendi gölgenin, sırtında taşıdığın, nereye gitsen seninle beraber gelen, nereye gitsen seni peşi sıra takip eden bu uyumsuz ve ucu bucağı olmayan gölgenin ta göbeğine düşüyor, düşüyor ve tam olmak üzereyken, yeniden siliniyorsun üstünü ısrarla çizdiğin her yerden.

Yok oluyorsun, kayboluyorsun.

Dişlerini göstere göstere güldüğün, ellerinle saçlarına bukleler ördüğün,

Kasımlardan, ocaklardan, 24.00'ların yeni güne sevinçle kucak açtığı koynundan.