Şimdi isimlerin anlamını yitirdiği, yalnızca bir damla kan ve binlerce endişenin oluşturduğu kimliğimle,
Hiçliğin içindeki o dehşetli kalabalıkla,
Kalmanın acı verdiği bu fani keşmekeşle baş başayım.
Gidenlerin kervanına layık görülmediğim o eksiğim neydi bilmiyorum.
Gözlerimin perdesini indirmedikçe acının resmini netleştiriyorum.
Bir fırça daha vuruyor elim, bir çizik daha.
Kalmak nasıl da yakışmıyor şimdi o renkli sayfalara.
Yalnızca griyi hatırlıyorum, yıkık harabe grisi.
Toz dumandan daha çok kayıplarımın hasreti tütüyor olması gerekirken,
Bu tersliğin içinde duyuyorum ölümün kokusunu.
Etrafımı saran bedenlerin çürümek için acele tavırlarına şahit oluyorum.
Biraz daha yavaşlayın seçilenler diyorum,
Toprak yetişemiyor heyecanınıza.
Eksik kalan vedalarımın toprağın vuslatını kıskandığını söylüyorum.
Hiç tanımadığım yaşamların hayalleri buharlaştıkça boşalıyor gökten hüzün yağmuru,
Hem bu defa ıslatıyor da yığınları.
Yalnızca yerinde yapılan bir betimleme olarak kalmıyor kelimeler.
Karanlığın savaşında mahşeri anlatıyor;
Yuvalarını yadırgayan gözbebekleri insanların.
Kalanların manzarası,
Korkuya ram olmuş bakışları başkalarının.
Acıyı iliklerde, esen rüzgarın içinde, düşen taşın altında, sağımda, solumda, içimde, dışımda...
Görünen görünmeyen her köşe başında, kör noktada, sağ duyuda...
Bir ânda ve bin mekanda...
Varlıkta ve yoklukta birlikte görüyorum.
Bir de sürekli bu gerçekle yüzleşiyorum; hala acı çekebiliyorum,
Hala bir ölüye uygun değil hareketlerim.
Uyuşmuş ellerim ayaklarım,
Şimdi korkuyla tutunduğum yer dün güvenle uyuduğum sığınağım,
Ufak bir çatlağın içinden sızıyor haykırışlarım,
Sıcağını kaybetmiş duvarlarım,
Üşüyorum.
Yeterince yoruldum ama gidemiyorum.
- 10.02.23
Fatih Çınkı
2023-07-06T00:10:20+03:00Yazık ki şu günlere bir ağıt yazılamadı. O iki sarsıcı ana uyurken yakalanmayı başarmıştım ikisinde de ölüme uyanarak.