Bu yazımın bir öykü ya da deneme olmasını çok isterdim, benim beynimin ürettiği o hikayelerden biri olsun ve en azından kafamın içinde mutlu bir son yazabileyim isterdim ama maalesef ki bu acı gerçek, bu acı hayatımızın sonuna kadar orada öylece duracak.

Ben 6 Şubat gecesi evimde sıcacık yatağımda uyuyan şanslı insanlardan biriyim, oturduğum yerden konuşmanın da yazmanın da kolay olduğunu düşüneceksinizdir biliyorum. Ama ben duyabiliyorum, yastığa başımı her koyduğumda birinin "Yardım et, buradayım lütfen yardım et." dediğini duyuyor gibiyim. Yıllardır gidip görmedim memleketimi hatta çok da iyi şeyler söylemezdim Adıyaman ile alakalı, gelişmemiş olduğunu, sevmediğimi, gitmek istemediğimi söylerdim her fırsatta ama artık bir memleketim yok gidip görebileceğim ya da sokakta yürürken selam verebileceğim hiçkimse de yok. Gözlerimizin önünde birileri yardım istedi, çığlıklar attı, hiçbirine uzatamadık elimizi, bazı şeyler göründüğü kadar kolay değilmiş işte. Bazı acıları durdurmak bizim haddimiz değilmiş, görmüş olduk.

Yakın akrabalarımdan çok kötü haberler aldım, bir annenin enkaz altındaki kızını elinden tanıyıp "O benim kızım Zeynebimin eli." dediğini duyar gibiyim. Bir babanın kızı kurtulsun diye "Kolumu kesin." dediğini duyar gibiyim. Hiç ısınamıyorum günlerdir, ısınamayan bütün çocuklar yerine ben üşüyor gibiyim ama sadece gibiyim oysa keşke mümkün olsa gerçekten mümkün olsa da bu acıyı paylaşabilsek. Bir kişinin elinden tutabilsem yalandan da olsa "Geçecek." diyebilsem. Sahiden nasıl geçecek?

Enkaz altından 20 saat sonra çıkarılan Ayça uyandığında iki bacağının ve bir kolunun olmadığını gördüğünde nasıl bakacağız yüzüne? Ya o adına bina dedikleri mezarları yapanlar nasıl utanmadan çıkabilecek insan içine? Yeminim olsun ki ortalık durulduğunda bunların hesabını sormak boynumuzun borcudur, sormazsak onlardan farkımız kalmaz.

Annesini kaybeden çocuklara anne olmazsak, evsiz kalanların evi olmazsak nerede kalır insanlığımız? O hep övündüğümüz insanlığımız, merhametimiz bir yalandan başka bir şey olmaz.

İnsanlar sevdiklerinin sesini duyup da hiçbir şey yapamadılar, bu ne büyük bir felaketti, neden bu insanların başına geldi düşünmeden edemiyorum. Televizyonda küçük bir pet şişe kapağından su içen çocuğu görünce evimde bardaktan içtiğim sudan utanıyorum, boğazımda düğümleniyor içtiğim su da yediğim yemek de. Videolar paylaşılıyor, battaniyelerin içinde ölüler, binlerce, on binlerce ve enkazın altında daha da fazlası. O insanların bir mezarı bile olamayacak mı? Enkaz kaldırılırken vinçle öylece kaldırılıp yok mu olacaklar? Bunu kabullenemiyorum, oturduğum yerden hiçbir işe yaramıyorum en çok da hiçbir şey yapamıyor oluşumu ve hayatımın normal akışının devam ediyor oluşunu kabullenemiyorum.

Gitmeyi çok istedim, oraya gitmeyi, elimden ne gelirse yapmayı ama orada sokağın ortasına çöküp ağlamaktan başka hiçbir şey yapamayacağımı bildiğimden güvenemedim de kendime, bu kadar güçsüz, aciz, zayıf olmaktan da utanıyorum. Belki diyorum belki kimsenin duymadığı bir sesi ben duyardım.

Şu anda ben bunları yazıyorken hala enkaz altında kurtarılmayı bekleyen, son nefesiyle ses çıkarmaya çalışan birileri vardır belki. Ben seni duyuyorum, sen de beni duy ve lütfen güçlü ol, ben senin canının hesabını bu utanmaz insanlardan soracağım. Senin çıkmayan sesin olacağıma yemin ediyorum. Belki çocukları çıkar diye bir paket bisküviyi saklayan ve sonra kimse çıkmadı diye ağlayan o amcamın hesabını soracağım, bu ülkeyi yönetenler, o binaları yapanlar, bu ülkeye, kaybettiğimiz canlara bir hesap borçlu. Er ya da geç hesaplarını ödeyecekler çünkü ben hala göktekinin adeletine inanıyorum.

Çok üzgünüm, çok kızgınım, bu felakette hayatını kaybetmiş herkes için her gün kahroluyorum. Yakınlarını kaybeden herkesin başı sağolsun. Başımız sağolsun.