''O bir düş, çünkü insan bir düştür''


''Bir düş, tek tek ögelerine ayrıldığında gücünü yitirir.''




1. Salon: Burada Tu'malıla isimli kör bir kaplumbağanın gözlerinde seyahat eden kaşif kaptan Cook'un bir profesörün düşlerinde nasıl kurban edildiği anlatılacak.





1. Gün


Franz Metzger içinde her dilden binlerce kitabın bulunduğu özel kitaplıkta uyanalı 4 milyon 733 bin 640 sayfayı biraz geçmişti. Tuhaf bir zaman birimi bu, size gülünç ya da ahmakça gelmiş olabilir. Fakat Franz Metzger bu işe epey zamanını (sayfasını demem gerekir belki de) harcamış, çokça kafa patlatmış; sonunda kitaplardan adının zaman olduğunu öğrendiği şeyi ölçmek için bu yöntemi bulmuştu.


Bu yöntemin detaylarını; nedenini, nasılını, hangi şartlarda ortaya çıktığını ileride bir yerlerde anlatacağız. Fakat şimdi hikayenin en başına, Franz Metzger’ in uyandığı o ilk güne (o ilk sayfaya demem gerekir belki de) gidelim.


Neden bu özel kitaplıkta uyandığını, kim ya da ne olduğunu, neden her dili -özellikle Çince’yi- detayına kadar bildiğini bilmiyordu. Aslolan, değiştirilemez bir şey varsa o da şuydu: Franz Metzger uyanmıştı. Uykudan uyanan çoğu kimsenin yapacağı gibi yüzünü yıkayıp kendine şöyle bir bakmaya niyetlendi. Fakat buna niyetlenir niyetlenmez devletin aynalara yasak getirip toplattığını hatırladı. Sonraları Brezilyalı bir yazarın kitabında niyet ile hareket arasında her zaman bir kopukluk olduğunu okuyacaktı. Hangi devlet? Neden aynaları toplatmıştı? Herkes kendini öyle beğenmişti ki diye hatırladı Franz Metzger, insanlar şehrin en işlek caddelerinde bile göz göze gelmeden ya da birbirini görmezden gelerek geçip gidiyorlardı. Bir süre sonra hem halk hem de ülkenin yöneticileri bu durumdan rahatsız olmaya başlamıştı. Sorunun kaynağının aynalar olduğu düşünülmüş, tüm aynaların kırılmasına karar verilmişti. Amaç insanların kendilerini beğenme zaafına son vermekti. Bu önlem başta herkesçe onaylansa da bir süre sonra durum değişmeye başlamıştı. İnsanların kendi yüzlerine bakma ihtiyaçları nedeniyle ayna parçaları karaborsaya düşmüş, herkesin para karşılığı kendini seyredebileceği randevu evleri açılmıştı. Sonunda bir halk ayaklanması ile yasak kalkmış ve her şey eski durumuna dönmüştü.


Franz Metzger bu yarım yamalak bilgileri nasıl ve neden hatırladığını anlayamadı. Herhangi bir şeyi nasıl ve ne şekilde hatırladığını tam olarak kim biliyor ki zaten? Franz Metzger de bilmiyordu. Hatırladığı başka şeyler de belirmeye başlamıştı. İşte şöylece sıralayalım:


* Adı Franz Metzgerdi.

* Eirlich Caddesi, 24 numarada oturuyordu.

* Babasının adı da Franz Metzger'di, ona babasınının ismini vermişlerdi.

* Okuma yazma biliyordu.

* Sürekli okurdu.

* Hindistan’ a gitmek isterdi. Orada kaplanlar vardı.

* Çin’i de görmek isterdi. Orada kimsenin aşamayacağı görkemli bir set vardı. Zaten kimse aşamasın diye yapılmıştı.

* Bir Çin okuluna gidebilmeyi çok isterdi. Orada kırk bin harf öğretiyorlardı.

* Kendisine bir çikolata mı yoksa bir kitap mı diye sorulsa hiç düşünmeden kitabı seçerdi.



Tüm bunları nasıl anımsadığını yine anlayamamıştı. Franz Metzger olmak ne demekti? Hindistan, kaplanlar, Çin, görkemli set... neden bunları hatırlıyordu? Kendisine bir çikolata mı yoksa bir kitap diye sorulsa neden kitabı seçerdi?


Franz Metzger bu son soru üstünde durmaya karar verdi. Neden bir çikolata değil de bir kitap? Etrafını saran her dilden binlerce kitaba bakmaya karar vermesi işte böyle olmuştu. Neden bir çikolata değil de bir kitap? Bu sorunun cevabını bulabilirse bu dev kütüphaneden çıkabileceğini düşündü.