Yanlış yere mi doğdum, yanlış zamanda mı, yoksa yanlış bende mi, bilemiyorum.
Ama bir yanlışlık olduğuna eminim.
Yoksa neden yabancı kelimesi bana tanıdık, akraba gelsin.
Hem de öyle uzaktan falan değil kan bağım has ve has birinci dereceden akrabam.
Öz annem, öz babam, öz kardeşim kadar yakın. Hatta daha ötesi bile.
Hayat beni ben olarak isteyemedi, Oruç ustanın dediği gibi.
İşin kötü tarafı ben, usta gibi sırtımı çevirsem de aynada gördüğüm ben de bana yabancı.
Ne yönelim ne süreç. Bunların ötesinde belki de gerisinde bir yerlerdeyim.
İçim denizleniyor dindiremiyorum.
Açılsam durulacağım biliyorum, açılamıyorum.
Uzaklaştıkça yakınlaştığım bir benin içindeyim.
Beni ben olarak tanıyamayan onca kişiye istinaden, hayatı hayat olarak tanıyamayan ben.
Bir an sonra kendime g e l m e m gerek.
Ölümünün 1. yılında buram buram öz'üm diyebileceğim bir yabancının satırlarıyla anmak istiyorum Oruç ustayı.
''Sana aldırmaz; öyle hemen de çıkıp gelmez sana, sen onu ne denli bekliyor olsan da.
Senin beklemen: bir boşunalık duygusudur yalnızca; gerçekler içinde hayallerin; olup-bitenler içinde olamaya-cakların düşlenmesi-boyuna ve boşuna bir düşüş-oysa o, gelişmektedir. Sana doğru. Sen hiç bilmeden-beklerken, bilmeden.
Senin beklediğindir o; ama sen, bilmiyorsundur. Gelmeyeceğini sanırsın. Yıllar geçtikçe, hatta, hiç gelmeyeceğini bildiğini sanırsın-yıllar geçer, emin olduğunu da sanırsın artık hiç gelmeyeceğinden.
Senin beklemen; hüzünlü ama dingin bir umutsuzluktur; bir an önce bitirip gitme isteği çökmüştür üzerine -hatta bitiremeyeceğini de bildiğin bir çok şeye aldırmazca ve umarsızlıkla girişip hepsini yarım bırakı..."