Sırıtıyor sindiği köşeden. Öyle iğrenç, öyle bilindik bakıyor ki yüzüme. Hep bu kadar çirkin mi gözüküyordu, bir zamanlar hiç dinleyemediğim o masallardaki kadar güzel görünüyordu oysa, neden şimdi cehennemden yeni kaçmış bir yaratığı andırıyor? Kaçmaya çalışıyorum, bir tepeden diğer tepeye koşturup gördüğüm her ağaca yalvarıyorum: Ne olur saklayın beni, ne olur. Yoksa yine alıp öğütecek beni çürük dişlerinin arasında. Bu söğütler anlamıyor beni, kavaklar bakmıyor bile yüzüme, elmalar sağır, çınar, çınar çoktan sarmalamış bir başkasını. Kaybolamıyorum içlerinde, kovuklarını kapamış, suskunlukla uzaklaşmamı bekliyorlar. O ise peşimde, o sırıtışıyla sürünüyor ardımdan, gel gel, bak, buradayım, ağzında tükürüklerle sayıklıyor.

Havada keskin bir toz kokusu. Dağıldıkça dağılıyor ciğerlerime. Yalnızlık sonunda küflü nefesiyle giriyor kanıma. Çaba, bir kez daha yeniliyor gerçeğin tüm çıplaklığına.