Uyarı: Tetikleyici unsurlar bulunabilir.



"Son... ne?.."

"...bilincini kay..."

"...görüyorsun!"

"...hızlı!"

"Hocam..."

"Kaç?"

"12..."


Etrafında duyduğu bu bulanık sesleri anlamlandırmaya çalışsa da bir türlü başaramıyordu. Tek bildiği evinde olmadığıydı. Çünkü evinde asla bu kadar huzurlu uyuyamazdı. Duyduğu 12 sayısına takıldı birden. Zihnini meşgul tutmak endişesini hafifletirdi. 12 ay vardı mesela. Ama ona kalırsa sadece 6 ay vardı. Yani iki mevsim... Biri kışlıkları çıkarma mevsimi, diğeri yazlıkları çıkarma mevsimi. Geri kalan ayları ve mevsimleri hiç anlayamazdı. Yaşadığı o küçücük köyde, ne yeni umutları yeşerten ilkbahar ne de yorgunluğu gidermek için dinginlik getiren sonbahar anlaşılırdı. Mutfak penceresinden görülen koca ağacın çiçeklenişinde belli belirsiz heyecan yerleşirdi elbet yüreğine. Ama o heyecanın sönmesi bir akşam yemeği kadar yakın olurdu. Çünkü ona öğretildiği gibi, bir kadın olarak evine, çocuklarına ve eşine bakmakla yükümlüydü, kendisine değil. Ne tesadüftür ki bu hayat bilgisini de 12 yaşında öğrenmişti ilk kez.


O zamanlar okula giden bir çocuktu. Okulunun arka tarafındaki tarlada her gün çalışıp babasına yevmiyesini vermesi karşılığı kabul etmişti babası okula gitmesini. Her ne kadar yorulsa da kendisini tek özgür hissettiği yer olan okulunda da olmak istemiyordu. Bir gün sınıf arkadaşı, ona ondan hoşlandığını söylemişti. O ise anında reddetmişti. Büyük günahtı çünkü. O çocuk ise reddedildikten sonra, okulda onun hakkında terbiyesizce dedikodular çıkarmıştı. İşte bu dedikodular babasına ulaştığında hayatında yemediği kadar dayak yemiş ve ona: "Dua et daha çok küçüksün, evlendiremem seni. Ama bundan sonra evden burnunu çıkarmak dahi yok sana! Kadının tek görevi kendi evidir, o kadar!" Bu görevi canla başla savunan annesi, elbette onun yanında olmamıştı.


Annesini düşününce aklına birdenbire burçlar geldi. Burçlar da 12 tanedir çünkü. Annesi, arkadaşıyla beraber evde yemek yaparken o televizyondaki burç yorumlarını merakla dinliyordu. Annesinin arkadaşı onun bu merakını görünce gülmeye başlamış, "Şuna bak kııız! Seyrettiği şeye bak. Bak kızım, burada, köy yerinde, kadının öyle burcu murcu olmaz. Bizim tek özelliğimiz, aha da böyle yemek yapıp kocamızın kıçını toplamaktır." Aslında bu konuda ona katılıyordu. Çünkü yazın en sıcak zamanı, hasat zamanı olan ağustosta doğmuştu. Buna göre, aslan burcu olmalıydı. Ama söylenenler gibi, ne dikbaşlı ne de dediğim dedik bir insandı. Uzaklardaki yıldızlar o doğarken küçücük olan köyünü göremediklerinden etkileyememişti onu belki de... Tüm bunları düşündükçe yaşamında ne çok 12 varmış onu fark etti. Acaba şu an bahsedilen 12 de neydi? Gözlerini açmaya çalışsa da çektiği acılar buna asla izin vermiyordu. Yaşamı boyunca yaşadığı büyük yorgunluğunun üzerine gelen bu acılara karşı çıkmaya takati yoktu. Dinlenmek üzere kendini sonsuz boşluğa bıraktı birden. Ve aklından geçen son şey, her gece saat 12'de ettiği dualardı...



"Ölüm saati: 12.00"

"Rapora ne yazalım?"

"12 yerinden bıçaklanmak suretiyle vefat etmiştir, yaz."