burası var ya burası durup nereye gittiğini düşünmek için en güzel yerdir.

kenardadır, yemyeşilin arasındadır, bir mağara gibi ve bahçe gibi. hem mağara ve hem bahçe gibi. 


bir yerin böyle olabilmesi bana hep tuhaf gelmiştir. çünkü yerlere yollardan sonra varılır. ne bulacağını bilmezsin, bazen yolun üstündedir bu el değmemiş inler hep yolun üstündedir. böyle yerler her zaman bir anda kenarda beliriverir. göze çarpar, birden oluşurlar işte.


insanlar bu yüzden mi yollarda olmaktan bu kadar yüce şeymiş gibi bahseder, sadece tek bir evrilmenin her şeye dönüşebiliyor olması yüzünden.


bu kuytu köşeyi, dünyanın nemiyle bir kalkan yarattığı yeri henüz 13 yaşında keşfetmiştim. evden uzay boşluğuna düşmeyi umarak koştuğum günlerden birinde. cennet gibi gelmişti, varmışım gibiydi.


kırsalların böyle şeyler barındırdığını çok sonra öğrendim tabii, o zaman her gözden uzak eşsizdi. liseyi yatılı okumaya hem de ışıklı İstanbul'a ailemi ikna ettiğimde suni teneffüsle hayata dönmüş gibi olmuştum, doğmuş hissetmiştim. vardığımda yanımda hala ben vardım, koca bir hayal kırıklığı gibi ben, bir sürü travmaya rağmen akıt(a)madığım , güçlü durmak için kendimi sıkıp boğduğum gözyaşlarıyla bir şehirin tam ortasında kalmıştım. planlarım elimde patlamıştı, ama ben yine de kalmıştım , savaşmıştım. o eve dönmemiştim. o eve dönmeyebilirdim. sonunda o ev uzaktı.


kağıt parçaları için onu terk etsekte doğa bize incinmiyormuş. benim inim de burada beklemiş.

toprak işte kan çekiyor demek. eninde sonunda ona döneceğini hep biliyor.


13 yaşındayken acılar ne kadar geçmez gibiymiş, o geleceğin varlığını reddetme hali, o süreki başka yerde doğman gerekiyormuş hissi, daha babamı şimdi gömdüm geldim. isyan etmek için çocukken acele etmişim.


bu yer lanet gibi , ne üzüntüm varsa aha bu inin dibinde. ne yaşandıysa burada ortaya döküldü, dilimden yankılandı, çığlık oldu, irin oldu, karanlık oldu buraya kilitlendi. beni bekledi.


ailenin nasıl bir yük olduğunu , nereye gidersen git beddua gibi seni bulduğunu, gölge gölge her adımında hep beklediğini de burada anladım. tabii ki burada anladım. zaten aksi mümkün mü? başka kendim gibi dönebileceğim neresi?


bu sene kendi evimde kendi kazandığım parayla tatile çıkacaktım, şimdi durduğum ine çok yakın bir yerde , doğa gezileri-denizler. ıslansın diye alınmış terletmeyen tişörtler bile bavullandı. hem de sevdiğim kadınla beraber olacaktım. sonunda birini sevdim be, ben de sonunda yaslanmıştım arkama. kendimi uçak biletimin bir önceki gününde bir beyin kanamasının cezasını çekerken hiç hayal etmemiştim. gökçe de gelmedi bugün, evet o benim sevdiğim kadın.

parmak arası terlik alana cenaze bedavaymış nerden bilebilirdin!


öz babamın cesedi, benim babamın. babamın beyni, kanamış, babamın cenazesi. Tahsin bey. kızgın, küfürbaz, hep başkalarının başını okşayan. her kadında planlamış yapılmış gibi 3 çocuklu , hem de kötülerin en candanı. bir soğuk taşın üstünde mümkün olabilecek en yakışıklı haliyle. üşümüş müdür? müstehak.


hepimiz ölüm ensemizde akrobatlar gibi geziyoruz / geziyormuşuz. şehrin şövalyeleri ölüme karşı. keşke biraz daha gezebilsek, tadını çıkara çıkara unutsak sonumuzu. hayat izin vermiyor, birinci ağızdan bildiriyorum. daha yeni cenazeden kaçtım geldim benden iyi kim bilecek?

kaçıp kurtulmak yokmuş, yetişkinliğin in'i yokmuş. yetişkinlerin ölüleri varmış. şimdi benim de ölüm var. bir ceset yazın gömülenler haneme.


benim bu cenazede ne işim vardı be tanrım? buraya gelip taşlara büyüdüğümü anlatacaktım. mutsuz dönmek yoktu buraya. birbirimizin ölüsüne bile gelmeyeceğimizi birbirimize haykırdığımız günden daha beş ay bile geçmedi onunla- Tahsin bey'le. ben şimdi buradayım, sevgili babam Tahsin bey'in cenazesinde. büyük abim bile beni aramamıştı gel dememişti, el oğlu gibi bir Facebook gönderisinde gördüm. herkesin gözüne bir şaşkınlık yerleştirdim cenazeye gelip oh olsun.araya girenler, haciz kağıtları, iki dünya yarılacak gibi olmuştu bizi bir araya getirmek için bana mısın dememiştik. birbirimize benzediğimiz iddiaları da güçlenmişti tabii. babasının oğlu, katır inatlı. keçi bunlar keçi. 


bunca kin benimle mezara gelir sanmıştım. bizim büyük büyük laflarımız. kibrimiz boyumuzu geçince kendimizi bi bok sanarız ya ben de sallamışım durmuşum. bir Ağustos'un pastırma sıcağında babamın mezarının üç sokak ötesinde duruyorum. hayat komik, hayat şakacı, ne sandın demeyi de pek seviyor.


bu in'de mezara amma yakınmış he, efil efil. mezara yakın yerlere kaçıp saklanışım intihara meyilli oluşumla ilintili geliyor birden gözüme. al sana insan psikolojisi , 28 yaşındasın , işin, sevgilin -eski mi- , evin, kedin ve bu ne yapacağın bilmediğin psikolojik tespitlinle buradan çıkıp ne yapacaksın ? bir koşu gömdük geldik hadi toplantıya mı başlayalım? dönüp Şişli'de bir çirkin plazanın 29.katında brieflerini mi yazacaksın? önemli bişey değil Farukcum ölüm işte diyip sütsüz kahveni mi yudumlayacaksın? orada her şey plastik, burada her şey boğar gibi gerçek.


efil efil in, pek güzelmiş be aferin.


insan babasını ne zor affediyor, insan babasını onu gömecek kadar çok seviyor.baba insanın boğazında bir büyük lokma gibi hep takılı kalıyor. baba paradoks oluyor. baba sen affetmeden yok olup gidiyor.