unutmak ve yahut da unutamamak unutmak istemiyor olmak saatlerce aynı yerde aynı kalıpta sanki bir fabrika ürünü gibi oturup düşün düşünebildiğin kadar fakat hiç bir şeyin değişmeyeceği gibi geri gelmeyeceğinin de farkındalık yapmadığını kafama kazıyarak kendimden atomik parçalara ayrılarak özümsenişimin bilmem kaçıncı saatin de kaçıncı günün de kaçıncı ayındayım unutmayacağım seni ortanca fikirlerimin başlıca arsızlanışları biliyorum nefret ediyor hırçınlaştırıyorum seni üzülme ben senin yerine tüm ruhumu feda ediyor her gece saatlerce yazıyorum sana söz verdiğim gibi tek yapabildiğim şey düşünmek ve biraz da olsa yazma kanunlara uymayacak şekilde gerisin geriye dönerek hastalıklı vücudumu daha çok uçurumlara götürerek yüzleşiyorum kendimden öte yersiz periyodik günlüğüme masaldan öte duygularla yaşıyorum her gün doğanın içinde buluyorum ortaca ağaçların dikeninin acısından zevk aldığım yırtıcı bitkilerin şahsiyetini hala bir sır gibi saklayarak öksüz bırakarak hayata veda eden sürüngenler dünyasının şahsi varlıklarını

çileği sevmiyorum demeyeceğim

kahveyi hala koyu

telvesi bol türk kahvesini

kaktüsümü isim verdiğimiz

kaçtığımız korkularımızı

sakladığımız yersiz fikirlerimizi

edebiyatı ve hatta felsefenin büyük isimlerini

sorgulayışımın bilmem kaçıncı gününde

seni anıyorum görürde okursan eğer ki acıyarak yazarsın diye demiyorum hiç acıma bana kendin için yap dediğin iyiliksever fikirlerini o narin ve yahut da yüzünün en simetrik noktası olan burnunun altındaki kemerli yapıya sığındığım o gece anladım korktum titreyerek kendimi yaz sıcağının ellerine bırakarak şişeye sarıldım hep korktuğun alkolik olmamdan ama ben hiç bir zaman korkmadım devam ettim içmeye aklımın alkolde oluşundan değil yüksek dozajda belki kendimi tozlu ve bir o kadar zarif dünyadan kurtarırım dedim her şey gibi istediğim olmadı bırakacağımı biliyordun bıraktım tekrar kaldırdım beli ince ağzı kalın şişemi gökyüzüne tekrar vurdum her ne kadar küfürler savursam da fazlaca içip fazlaca içmediğim de olurdu öfkelenirdim taşardım kabıma sığmazdım bu kendimi sevmeyişimden bazen seviyor bazen de sevmiyordum yalan söyleyecek değilim insan kendini sevebilir de sevemeyebilirdi ben her ikisini yaşıyor ortada savaşmak istemeyen korkak bir asker gibiydim oyun oynamıyordum kendimle şans yaratmıyordum zar atmıyordum sadece savaşmayı çok seviyordum masada oturarak bir şişenin saydamlığında ya da bir kitabın bize ne anlatıyor acaba demeyerek ne istiyor bizden diyerek düşünüyorum ve diyorum ki ben farklı olmadığımdan kendimi kendim gibi göstererek yalan söylemediğim bir şeyleri taklit etmediğim için mi sevmek istemedin beni saklamadığım öylece bakakaldığım için miydi tüm bana yaptıkların benden bir şey aldığının farkındayım rastlamadığın bir şey vardı ben tanıdığın kişilerden daha çok göze battığım ve alacağın şeylerin daha fazla olduğu için mi

yalvarmıyorum

yazıyorum

ne kadar beğenilmese dahi

ben buyum sayın okurlarım

daha çok düşünce barındıran karanlığın dostu aydınlık ve ışıklı ortamlara alışamayan bir düşünce sincabı ya da sizin nasıl isimlendirdiğinizi bilmeyerek boşluklarda bırakıyorum lakabı neyin önemi var ki zaten gideceğimiz yerin de şüphesiyle insanlardan sakladığımız onca sır perdeleri ve trilyonlarca düşüncelerimizin arasında hep bir şeyleri saklayarak öleceğimizi düşünüyorum