Orada mısın Bergüzar? Bugün herkesten çok sana ihtiyacım var.

Şu vücudun içinde bulunmak, ne garip değil mi? Derinin altında öylece duran ve dışarıdan rengarenk gözüken damarlarını hiç fark etmemen ya da, şu vücudun içinde bulunmak değil de aslında garip olan; içinde nefesler alıp verdiğin bu absürt denebilecek kadar karmakarışık ve somut olan her şeye karşı soyut bir isyanmış gibi gün ışığında gölgeler doğuran bedenine hiç bakmaman. Oysa küçücük bir delilikle Bergüzar, küçücük bir bıçak darbesiyle; bir gün bakmaya cesaret ettiğin o damarları daha da ileri gidip, çocukken tatlı tatlı şekiller yapmak için kestiğin kağıtlar gibi kesersen, sen de şekilden şekle girecek ancak sadece yetişkinler için gözlerinin önünden hiç gitmeyecek bir manzaraya dönüşecek fakat özenle süslenmiş bir kağıt gibi duvarlara asılmayacak, ölümü ve ölümün korkunç kabusunu hatırlattığın için belki alelacele topraklara, toprakların altına, solucanların, haşerelerin hatta ölüme hiç yakışmayan bir biçimde, dalga geçer gibi ölümle, altından çıkıp göğe doğru yüzlerce çiçeğin, ağacın yeşermesine sebep olan o cennet ve cehennem arasında alaycı bir cambaz gibi hiç yorulmadan yaratan ve yıkan, ip üstünde değil, yerin altında sihirler yapıp hem sana mezar hem de rengarenk menekşelere yuva olan topraklara gömüleceksin. Hayat, hep böyle değil mi Bergüzar?

Hayat demişken, merak ediyorum acaba kendine hiç dışarıdan bir pencere gibi baktın mı? Yolda yürürken kendini dışarıdan izliyor hissine kapılmak nasıl biliyor musun? Sen de yaşamak ister miydin benim gibi Bergüzar? Sen de kendini hem göğüs kafesinde sıra sıra dizilmiş kemiklerine kadar hissedip hem de hiç yokmuşsun gibi dışarıdan, hiç yokmuşsun gibi arkanı döndüğün sokakların bir kenarından, seyreder miydin?

Niçin korktuğunu söylüyorsun şimdi bana, '' var olmak'' tam olarak böyle bir şey. Korkma, dinle beni. Sen korkarsan Bergüzar, ben de korkarım. Sonra sana hiçbir şey olmaz sadece koca bir hiçlik olmaya devam edersin. Fakat çoktan var olmuş ben, çoktan ana rahminden sıyrılıp diğerlerinin hikayesine, ucu tutuşmuş kağıtlara yanlışlıkla damlayıp ağlar gibi gözüken masmavi mürekkeplerden sızmış ben, kim olduğunu hiç anımsayamadığımız birinin hiç düşünmeden yazdığı senaryoda oynamaya devam eder, yıllar sonra sen gibi hiç olacaksam bile, bir kere çıktığım için bu sahneye, kimsenin üstünden silemem yaşamın; yılları koşuyormuşum gibi üstümden akıttığı terini.

Yılları koşmak ne mi diye soruyorsun bana? Gerçekten, bir dakika, anlamadın mı?

Öncelikle , insan fiziksel olarak hep ileriye doğru koşar, geri geri koşmak genelde anlamsızdır Bergüzar. Geri geri koşmak, sırtını yasladığın yere, sırtını yaslayıp arkanı göremediğin, her şeyin kör bir nokta da olduğu yere doğru savunmasızca gitmeye benzer, bilemediklerin yüzünden varmaya çalıştığın yerde afallayabilirsin. Hem, insan hep ileriye varmak ister. Fakat olur ya bir gün geri geri koşmayı denersen Bergüzar, seni kırmayacağım, geri geri koşmanın bazen ayağının takılmasına değil, birinin seni sırtından usulca ittirip ileriyi görmeni sağlayabileceğini, şefkatle olsun ya da olmasın, sırta alınan darbenin, göğsüne atılan yumruklar kadar ders verici, eğer şanslıysan sana yol gösterebileceğini bile içtenlikle söyleyeceğim. Yılları koşmaksa, zamanı kum saatinden çıkarıp, zamanı akreple yelkovanından ayırıp, saatlerin ''tik'' ''tak'' sesleriyle o beceriksizce çalan, tüm dünyanın içinde duygudan yoksun haliyle duyulan kavramsal şarkısının, günün birinde dudaklarını kapatıp kendini küçük bir ırmağın altında susturması ve üstüne taşlar atılmış bir suda yalnızca baloncuklara dönüşüp, artık seni ilgilendirmeyen, senden ve evinden çok uzaklarda, senden ve yaşadığın, yaşıyor olacağın tüm zaman dilimlerinden süzülüp hiç duymayacağın bir ritme dönüşmesi. Yılları koşmak zamanla yarışmak değil Bergüzar, onu unutmak. Yıllar da her zaman sadece geleceğe kaymaz, eğer aynı anda dünün, bugünün ve yarınının peşindeysen, yani aynı anda hem ileriye hem de geriye doğru ''yıllara'' koşmaya yeltenirsen aslında sadece durursun, sağır olursun, unuttuğun ''tik'' ''tak''lar gibi suyun altında cılız bir ses olur, unutur ve unutulursun.

Oradasın değil mi Bergüzar? Bazen bu ''insan'' saçmalıklarından yorulup gittiğini düşünüyorum. Hayal kurmak bize özgü Bergüzar, saatleri kum saatine sıkıştırmak da, onları parçalamakta, hep insana özgü. Fakat bir balığın küçücük akvaryumuna ''dünyam'' dediğini düşününce ve o akvaryumla ilgili hayaller kurmaya başlayıp onu anlamlandırmaya kalkışını aklıma getirince, senin karşında kendimden çok utanıyorum Bergüzar. Ya senin için akvaryumdaki o balıksam? Ya yıllardır sırrını da hikayesini de çözemediğimiz evren; senin için küçücük bir darbeyle kırılıp yok oluverecek, camdan bir fanussa? O balığa yaşadığının bile farkında olmadığı için acımalı mı yoksa imrenmeli miyim Bergüzar? Kafatasımın içinde yuva yapmış bu ceviz parçasından hallice ''şey'in, diğer hayvanlardan daha gelişmiş olması, varlığı hiç değişmeyecek bir dünyayı anlamlı kılmaya yeter mi? Nasıl gördüğün, çoktan orada duran bir manzaranın olduğundan daha farklı görünmesine sebep olsa bile, o manzaranın ''salt'' ve ''değişmez'' gerçeğini, değiştirir mi?

Hem sen de benim kurduğum bir hayalsin Bergüzar, düşünebiliyor musun? Aciz bulduğum bir balık kadar bile değilsin, aklın olsa anlamlandırabileceğin bir ''cam fanus''un bile yok ki senin.


Bu gece yirmi yıllık hayatımdaki ikinci mektubu, hiç var olmayacak bir kadına yazıyorum.


Hoşçakal...