çocukluksuzluğun tohumlarıyız
içinden çıktığımız kabuğu tanıyoruz
ona dönüşmekten, ona benzemekten
korkuyoruz
korkuyoruz geleceğimizden pireli bir sokak köpeğinin insandan tırstığı gibi
akşam yedi haberlerinde, samimiyetsizlik beslediğimiz özel bir günde, âniden okunmaya başlayan bir şiirle yanağımıza inen tokattan korkuyoruz
tokatın beklenilmezliğinden, yersizliğinden,
zamansızlığından ve vesairesinden
korkuyoruz
çocukluğumuz bittiğinde bizi gençliğin sınırında bekleyen kendimizden
üzgünüm cümleleri birbirinden ayırmayı beceremediğim için
ama bir gün hepimiz öğreneceğiz hayatın kurduğu cümleyi bir dûadan ayırmayı
bir gün öğreneceğim keskin ayrımını
ayın yirmi üçüyle yirmi dördünün,
bir günle diğer günün, bir saatle onu takip eden saatin arasındaki farkı
mutlaka öğreneceğim parmaklarımla da olsa saymayı ve saymayı
kızıllaşmış saçlarla dudakların asker sayımını
ki ben en çok orada hata yaparım
bir saç teliyle diğerini karıştırırım, bir dudakla kendi dudağımın ayrımına
varamam
evime ve evimin yoluna
evimin yoluna saç telleri karışmıştır, yılanlar karışmıştır kırmızı dedikçe kızıllaşan
güneş dedikçe kızıllaşan
aşk dedikçe kızıllaşan
(saç telleri yılan olan kadınlar karışmıştır
gözleri kan dedikçe kızıllaşan)
ki ben en çok
kalp deyince
kızıllaşıyorum
kendimi en çok
yokken
seviyorum
ki ben yok oluyorum gün ortasında
ölümlerle uyanıyorum sonra
yine beyaz tavan
yine beyaz tavşan
ki ben tik-tak tik-tak yok oluyorum
sıfır-iki tarihli bir zaman fotoğrafında
ve evet, fotoğrafını çekmişler zamanın
evet, ayak tabanlarımla basıyor ve dümdüz ediyormuşum zamanı
evet, gök üstüme basıyormuş zamandan gelip geçmeyeyim diye
ama evet, sonra büyümüşüm akşam basınca âniden
sonra neden ayaklarım uzamış, ellerim uzamış, yüzüm uzamış
ve hayır, kaybedilen zaman değil insanlardır
hayır, kaybedilen insanlar değil, zaman değil, anılar değildir
o zaman nedir
diyelim kaybedilen karahindiba tohumlarıdır
hayır, güzel olduklarından değil ama gerçekten dağılıp kaybolduklarındandır, zaman kadar hafif olduklarındandır
hayır, kaybedilen yanaklara düşen kirpiklerdir ipince
hayır, sevgilinin kirpiklerinin gölgesine düzülen methiyelerden değil
ama yanağına düşünce tenini gıdıklayan dokunuşundandır
kaybedilen böyle inceliklerdir
böyle deli zırvaları ve saçmalıklardır
nerede bir çocukluksuz anısına hayranlık duyuluyorsa kaybedilen oradadır
birisi olmaktan korktuğu kişiye yavaş yavaş dönüşüyorsa kaybedileni gidin orada arayın
nerede insanlar boğazlarında birer gemici düğümüyle dolaşıyorsa, nerede düğümler o kadar sağlam atılıyorsa, nerede gemiler kıyıya zamanında varmıyorsa
kaybedilen oradadır
ama belki de
o düğüm hiç atılmadı
bu yüzden belki de
o denizci kıyıya hiç varamadı
belki de yılan saçlı kadınlar kıyıya doğru kızıllaşıyordu
kadınlar adamları kalplerinden tutuyordu
ve adamların kalpleri
yani ayı ini gibi kalpleri
kadınlara fazla geliyordu
ortada bir anlaşmazlık vardı mutlaka
avcı-av ilişkili bir anlaşmazlık
yani bir tuzak boğazlara düğümlenmiş
ama tuzağa düşürülen kimdi, tuzak neydi
dalgalara o ayı kapanını kim koymuştu
kadınlar neden kanlanıyordu ve adamların kalpleri neden kıyı şeridince genişliyordu
ve kimdi o bağıran
"illaki anam okuyacak dûamı!" diye
demek bilmiyordu
anası üç ay önce gömülmüştü
öldüğünde yağmur yağıyordu
adam o sırada kadınlarla kızıllaşıyordu
öldüğünde yağmur yağıyordu
demek bilmiyordu
kimse ölürken yağmur yağmaz
yaz ortasında da ölünmez
ama demek ki bilmiyordu
yaz sıcak rüzgârını göğsümüze estirirken de böyle ölünmez
demek bilmiyordu
yine de biliyordu
"adamı zorla deli edersiniz!" demesini
ve ipe gemici düğümü atmasını
o ipi boğazına geçirmesini
sonra kuşlara özenmesini
neden biliyordu
bazen neyin nasıl yapılacağı bilinmemeli
çünkü hep bir şeyler yapmak gerekmez
çünkü bazen yapmamak da bir seçenektir
çünkü yaşamaktan mutlaka yorulur insan
ve ölü olmaktan da yorulabilir ama bu düşünülecek şey değildir
ki yine de düşünülmesi gerekir
çünkü mezarının üstüne bırakılan o en sevdiği birayı içemez insan
geride kalanların "senin aksine ben hâlâ yaşıyorum!" demesi gibi
mezarının karşısında içmesi vardır
küfreder gibi sabaha kadar içmesi vardır
sonra birinin avuç içine kapanıp
hüngür hüngür ağlaması vardır
o zaman insandan geriye kalan sadece
bir iki gözyaşı, bir iki kutu bira ve
bir iki kitaptır zorla deli edilenlere
insandan geriye kalan
insanın kaybettikleridir
ve bilindiği gibi
kaybedilen
yoktur