Bugün saat yedide uyandım. Saatim şaşmıyor artık, yedide kalkabiliyorum. Sabah rutinlerimden sadece kahveyi yapabildim. Kahveyi içerken ayılmaya çalıştım ve gece gelen grup mesajlarını okudum. Kalktım, evi toplamaya başladım. Boya yapılacağı için yazma ve okuma rutinini askıya alan tek yazar ben miyim diye kendimi sorguladım. Masayı toplarken okunacak kitapları ayarladım. Bu bile içime sıkıntı verdi. Çok kitap var okunacak ama akıl ve zaman yok. M’den aldığım dil kitaplarını sevdim. Göz gezdirdim okuyabilecek gibi. Neler çalışmam, neler öğrenmem gerek diye ufaktan hesap yaptım. Aklımda kız kardeşim vardı. İleriki günlerde neler olacaksa hemen olsa da meraktan ölmesem. Sıkıntıdan omuzlarım ağrımasa. Bulaşıklara geçince başka neler yapacağımı hızla hesapladım. Börek açmaya karar verdim kahvaltı için. Hamurum ve iç malzemem hazır diye pek rahattım. Youtube’dan bir şeyler izlemeye başladım. Suçlarla ilgili bir konu geçince aklıma K geldi. Hukuku yeni bitirdi. “Yüksek lisans yapıp suçlarla ilgili incelemeler yapsa ne hoş olur. Bir ara ona yazayım bunu,” diye düşündüm. Ama yazmadım çünkü fazla hayalperest gözüktüm kendime. Hamuru açarken çok şey aklımdan geçti. Hayat, anlam, ne nedir, nasıl mücadele edilir gibi... Yine cevapların, nedenlerin ucunda sonuçların çıkmadığı şeyler. Etrafımdakilere bakıp onları boş vermek bilmediğim yerlere gidip seyahat notları tutmak istedim. Hiç yeni tatlara açık olmadığım halde yeni yemekler, tatlılar denemek istedim. Japonya’ya giden çubuk kullanabilen İlkyaz’ı Kyoto’nun güzel tapınaklarında hayal ettim. Zor mu değil mi biraz düşününce sadece hoş bir gezi olabileceğini ve ayrıntılara ne kadar takıldığımı bir daha gördüm. Ne düşünsem zaten “I see,” diyorum. Hem görüyorum hem anlıyorum. Hem de neler neler. Boyacının gelmeyeceğini duyunca bir kızmıyorum değil. Herkes boyadan sonra ev temizlenir diyor ama ben öncesinde de temiz olsun istiyorum. Bugünüm boşta olduğu için de bir huşu içindeyim. İşimin ertelenmesi nasıl beni sıkıyorsa da rahat geçecek yirmi dört saat için mutluyum. Böreklerimi rahatlıkla yiyor ve çayımı doya doya içiyorum. Önceki günler devamlı sular kesildiği için duş almam gerektiğini hissediyorum. Sular kesildiği için hep kızgınım ama çalışanlara da kıyamıyorum. Genellikle saat altıdan sonra kesildiği için o saatlerde benim duş suyumun gelmiyor olmasını düşünmek de zibidilik. Ama bunun benim bir vatandaş olarak hakkım değil mi de diyorum. Ben neyi, nasıl düşünmem gerektiğini bile bilmiyorum. Gerçekten tek bildiğimiz hiçbir şey bilmediğimiz mi, yoksa ben mi Sokrates’in sözlerine konuyorum? İki ifadenin de birbirinden bağımsız olması da yaralayıcı. Bilmiyorum mu sandınız? Bakın bildiğim bir şey çıktı. Tüm gün içinde. Akşam yarım kalan iki kitabı da bitirebilsem, Aldatma -yoksa Aldatmak mıydı?- adlı o filmi izlesem alın size mis gibi gün sonu. Yeni yeni kafasını uzatan güneşle başlayan gün aklımda bilmediğim Fransızca repliklerle biterse fena olmaz. Olur mu olur. Yazımı, yazılarımı tamamlayıp evime gideyim en iyisi. İyi rüyalar dilerim herkese.