“If my eyes could show my soul, everyone would cry when they saw me smile.” diyor 27’nin karanlığına gömülen Kurt Cobain. 


Ruh dalgalarım entropinin halüsünatif sessizliğinin etkisindeyken karar mekanizması 27 çığlığında alarm veriyor. İşte diyorum.. O meşhur yaşın tam ortasında kaldın. Dante gibi değil belki ama yorgunluğunun kasveti tasvire muhtaç bir döngü bu. Ne çok şeyde yanıldığımı öğrendiğim bir yılı geride bırakıyorum. Girizgahında hissettiğim sıkıntıları halı altına süpüren ayak seslerinin eminliğinde sarf edilen nice boş cümle.. Mesela dayanılmaz olan seni daha dayanıklı bir hale falan getirmiyor. Sadece iç tüketim mekanizmasını biraz daha eritiyor hepsi bu. Gerçeklik yaş ile parelel mi çöküyor insanın meskenine bilmiyorum ama sınanılmayan yaranın konuşanı çok olur biliyorum. Aklın sarmaşık odalarında başlayan metastazın girmediği yer kalmıyor. Kaos tam burada başlıyor işte insan duygu ve düşüncelerinde ayrım yapamaz vaziyete bürünüyor. Hangisi benim çehremi yansıtır? diye bir soru yakıyorum. Cevabım uzun zamandır ‘Bilmiyorum’ kalaylarında geziniyor.


Uzun süre bu hayatta kalan insanlara saygımın arttığı bir dönem oluyor. Çünkü ben bir 27 yılı daha göğüsleyebilir miyim bilmiyorum. İnsan derbendinde yankılananı kolay anlatamıyor. Derinine işlemiş olanı kelama dökmek düşünüldüğü kadar basit olmuyor. Sesin titriyor mesela bakışların öne düşüyor. Tüm çaresizliğinin içinde biriktirdiği öfke ansızın hiç tahmin etmediğin bir yerde ortaya saçılıveriyor. Varan 2 diyorsun ‘27 ayak seslerini duyuyorum.’ Yabancılaşmayı doruklarında hissettiğim bir dönem bu.


Hiçbir söz tesir etmiyor hipnotik kaygılarınla başbaşasın.  Ense kökünden yakalanıyorsun aymazlıkların güftesinde bestelenen ağrılarınla. Naralar atmak geliyor bazen içinden mesela bir gün ansızın arabanın camını açıp “Bozar mı sandın acılaaar!” Diye bağırmak falan isteyebiliyorsun. Her miliminde anlam aradığın dünyada tek mahiyetin anlamsızlık olduğunu keşfedince durgunlaşmaya başlıyorsun.. Sakinlik bir gölge temsilinde sarmaya başlıyor tüm ahvalini. Hiçliğin çölünde bu bahsi kapatalım Zerdüşt diyorsun, aklının mizanı dengesizlikle tanışmadan olmayacağını anlıyorsun. Nietzsche’ye selam sana hasret minvalinde günler eritiyorsun insanın karmaşasının en ebleh görüntüsü kendisini delirmediğine ikna etmeye çalışırken olsa gerek diyorsun. Bir kibrit daha çakılıyor boşluğa. Boşluk demişken ondan sızan çığlıkların tüm dolulukları ezdiğini anımsıyorsun. Boşluğun çığlığı kuantize bir şekilde sarıyor tüm duyularını. 


27; başlangıcın belirsiz bir acının sızdırmasını saklıyor. Sızdırdığın yerleri mizahın su aldıran savunmasına bırakmak istemiyorum ama iyileştirici bir gücü olduğunu da kabul ediyorum.


Kaçmak mı? İçinde boğulduğundan kaçmaya başlıyorsa insan artık yaşamanın yorgunluğu teyellenmiştir onun üzerine, ötesi değil. 


En nihayetinde şairin vardığı noktadayım.


“Bir gün akşam olur, bizde gideriz,

Kalır dudaklarda şarkımız bizim…”