Bu hafta sonunu yazmaya ayırdım. Çünkü geldiğimden beri bir iki yarım bırakılmış yazı dışında hiçbir şey yazmadım. Bunun en büyük sebeplerinden bir tanesi psikolojimdi. İçinde bulunduğum durumdan yazarak çıkmak yerine okuyarak çıkmayı tercih ettim.


3 Kasım 2019 tarihinde teslim oldum. Bildiğim kadarıyla teslim olduğum kışla garnizonun en büyük kışlası. Daha önceden de yazdığım gibi ailem ve birkaç akrabam beni bırakmaya gelmişti. Kapıdan girişte soldaki masaya yanaştım. Adımı soyadımı alıp ismimin karşısına tik attılar. Köşeyi döndükten sonra büyük yeşil çadıra girmemi söylediler. İşte bizimkileri son görüşüm o oldu. Köşeyi döndüm.


Gördüğüm en büyük çadır. İki tarafı da açık. Çadıra doğru yürürken aklıma Call of Duty'nin ilk oyunu geldi. Çadırda iki tane uzman çavuş vardı. Çadıra soldan girip numara almamı ve sağa geçmemi emrettiler. Sağ tarafta da valizimi ve sırt çantamı aradılar. Çadırın arkasından çıkıp diğerleri gibi yan tarafta sıraya girmem emredildi. Benim gibi yaklaşık 150 asker vardı. Sıra numaram 126'ydı.


Hepimizi hizaya sokup 20-25 kişilik gruplar halinde unimoglara bindirip başka bir kışlaya taşıdılar. Unimog çok hoşuma gitmişti. Tıpkı filmlerdeki gibi gelmişti bana. Fakat buz gibi havada hastalıktan kırılırken o araca binip revire gittiğimde o kadar da çekici gelmeyecekti sonraları. Hemen binmek istiyordum fakat benim şansıma büyük bir servis aracı geldi ve acemi birliği yapacağım kışlaya o servisle gittim.


Çocukluk arkadaşım Cemal, 2017'de askerliğini Kırklareli'de yapmıştı. Kendisiyle sürekli irtibattaydım. Sürekli arayıp merak ettiklerimi soruyordum. Bütün sorularımı sabırla cevapladı sağ olsun. Benim için bir tek iyi dileği vardı: ''Umarım Ersun Kışlası'na düşmezsin.''


Ersun Kışlası'ndaydım.


Araçlardan iner inmez sıraya geçtik. Bizi doğruca yemekhaneye götürdüler. Hava erken kararıyordu. Metal tabldotlar, metal bardaklar ve hala kendini İkinci Dünya Savaşı dönemlerinde hisseden, yüzündeki aptal gülümsemesiyle ben.


Hayatımda ilk kez turuncu renkli pilav yedim. ''Pirince turuncu rengi veren ne olabilir?'' diye sordum kendi kendime. Havuç aradım pilavın içinde, yoktu. Hayatımda yediğim en kötü yemekten sonra çıktık ve tekrar hizaya girdik. ''İstikamet koğuşlar bölgesi.''


Bizi epey geç saate kadar dışarıda tuttular. Öğrendiğimiz kadarıyla firar varmış. Bana çok mantıklı geldi. Geliyorsun, ortama bakıyorsun, ''S*kerler.'' deyip kaçıyorsun. Firar bu şekilde olmalıydı, üç ay askerlik yaptıktan sonra değil.


Gecenin sonunda koğuşlara dağıldık. Koğuşlar 30 kişilikti. Gerçekten çok küçük bir odaya 15 ranza sıkıştırılmış, 30 kişi yan yana yatıyorduk. Yatacağım yataktaki çarşafta çamur lekeleri vardı, yastıkta sapsarı bir kafa lekesi ve iğrenç bir koku, yorgan kılıfında ise kan lekeleri... Sonradan öğrendik ki burası normalde acemi birliği değilmiş. Geleceğimizi 5 gün kala haber vermişler. Dolayısıyla her şey 5 gün içerisinde hazırlanmış. 5 numaralı koğuştaydım. Yorgundum. Uyudum.