Bugün biraz şehri turladım. Öncesinde arkadaşlarla kahve içtik. Günlük sohbetler dünya meseleleri... Ardından yollarımız ayrıldı ve şehrin tarihi sokaklarında dolanmaya başladım. Ulu Caminin avlusundaki sütunları seyrederken bir şey fark ettim. Ne çok şey sığmıştı o taşların arasına neleri üstünde taşıyordu hala. Kimlerin hikayesi karılmıştır harçlarının arasında. Öylece geçip gittim önünden belki zeminde kaybolmaya yüz tutmuş adımlarımla... İşte bende böyle geçip gidiyorum tarihin içinden belki üst üste sütunlarım yok ama satırlarda saklı kalıyorum. Bir harf diğerinin ardında neleri gizliyor kim bilir? Ben hangisinin arasında kayboluyorum. İşte yine bir rüzgar esiyor, içimdeki sis dağılıyor mu yoksa tazeleniyor mu? Neyi istediğimi bilmek için neleri istemediysem içinden geçiyorum. Vazgeçemem dediğim her şey benden geçiyor. Bense yapmam gerekenden kaçmak için boş boş vakit öldürüyorum. Bir an bekliyorum bana teselli olacak ve her şeyi düzeltecek. Oysa yok öyle bir an hayatta. Bir kurtarıcı yok. Kendim için bir şeyler yapma mücadelesine devam ederken karşıma çıkan güzellikler olacak. Kimisi beni yolumdan edecek kimisinin ben yolundan çekileceğim. Fakat bir ferahlık bulmak aklın ortaklığıyla mümkünse şayet ruhuma ve gönlüme ağır gelse de onun yolundan gitmeli. Zaman zaman kendimi bıraksam dahi kaybetmemeli. Yeniden toparlanmayı bilmeli. Kendimin mucizesini kendim için yaptıklarımda bulmalı. Yoksa bir beklenti beklendiği şekliyle gelse dahi beklenmediği şekliyle gidebilir. Evet kafam o kadar karışık ki ne yapacağım ne de diyeceğim belli. Tek tesellim yatıp uyumak olmalı belki. Ama ne yazık ki işlerim bunu beklemedi. Sıcak bir yatakta dünyadan bihaber günlerce yatmak ne iyi gelirdi şimdi.