Sen 4 numaralı otobüse binip gittiğinde hemen oracıkta koyverdim kendimi. Arkandan salladığım ele şahit Temel Cingöz’ün müdür muavini. Bense hala 4 numaranın rotasını ezbere sayabilirim sana. Bu iyi bir hafızanın ispatından ziyade kaldırım boyu pişmanlık ve kabullenmenin pis olgunluğu... Ve şimdi umut yıldızları saymakla kanala atlama arasındaki muallaktan ibaret. Akıntıda boğulup gitmekse cazip olanı. 


İlerlediğimiz birbirine tezat yollar... Yarım saat kadar oldu sen bineli, varmak üzeresindir, son 2 durak kaldı evine şimdi. Az yolcu etmedim seni, senden habersiz. Bu varışsız bir göç hikayesiydi adeta. Kahr-u perişan oldu kavmim, buğulu cama dayanıp bir yabancıya el salladığında. Şimdiyse gözümün uzandığı koltuklar boş, tıpkı gururunu ayaklar altında çiğnediğim şu kaldırımlar misali. Bense kırık bir parkeye basılınca çıkan su gibi alakasız ve sinir bozucuyum şu an. Ne anlatmak istediğim belli ne de ne anlattığım. Belli belirsiz bir sendrom bu; ruh hastası psikiyatr OKB diyor, bense hayatın olağan akışı. Aslında ben de yanılıyorum, zira bütün bunlar hayatın olağan akamayışından. O halde son bir yudum hakkı daha var bu gecenin, haydi hakkını verelim artık onlara; akıp giden zamanın içinde akamayan tüm mahluklara ve bir de lanet yağsın seni benden koparan 4 numaranın güzergahına...