Telvesinin artığını önüme itiyor, biraz okuma yapar mısın? Etrafımda cinlerim yok ve keyfim de yerinde değil ama onu kırmak istemiyorum. Henüz küçük, toyluğunun enerjisi üstünde. Fincanı avucuma alıyorum, gözlerime doğru kaldırıyorum. Hala dişlerinin arasında telve var, o gülerken gözüme çarpıyor. Geriye pek az telve bırakmış, çoğunu yediğine seviniyorum. Hayatını da mı böyle yedi, bilmiyorum. Cinim olsaydı o bilirdi ve kulağıma fısıldardı ama bugün yalnızım. Önce yaşını tahmin ediyorum, dokuz yaşında mısın? Evet diyor. Bildiniz, lütfen devam edin. Şaşırıyorum, cinsiz de kuvvetliyim diye övünüyorum kendimle. İştahım artıyor ve daha çok dikkat kesiliyorum. Okula gittiğini ve okulu sevmediğini söylerken yüzüm ifadesiz. Sanki başka biri konuşturuyor gibi donuk kelimeler çıkıyor ağzımdan. Müşteri kafasını sallıyor. Gözleri yaşarmış, ne çok biliyorsunuz diyor bana gözleriyle. Ailen nerede diye soruyorum, onlar burada yok. Derin bir nefes bırakıp, yurt dışında olduklarını söylüyor. Neden onlarla gitmedin? Fincanı işaret ediyor, kendin bul.  

Telve buharlaşıyor ve giderek azalıyor. Havayı katılaştırıp yükseliyor. Kahve kokusu evin dışına taşıyor. Komşularımın kokuyu almamasını diliyorum. Bugün kapalıyım ve yalancı bilinmek istemem. Günün ilk ve son müşterisini uğurlayıp yatağa uzanmak istiyorum. Çocuk dinlemeye devam ediyor ama benim kelimelerim bitmiş uzundur susuyorum. Cinimi çağırıyorum, gel ve kurtar beni. Her zamanki gibi duymuyor, kafasına göre gelecek. Ve bugün tatil, gelmeyecek. İlgili gözlerden usanıp ayaklanıyorum. Ellerimi birbirine çırparak, evet bu kadardı beyefendi, artık gidin diyorum. Gideceğim diyor, rahatlamama fırsat vermeden gülümseyerek ekliyor, ama sıra bende. Yerime oturup bekliyorum. Falcı benim sen kimsin demek gelmiyor içimden. Bu bey ilgimi dağıtıyor, konuşmasını istiyorum. Yanına biri gelmiş gibi elini koltuğa vuruyor, bir cini var ve onu selamlıyor. Kıskanıyorum, küçücük çocuk cinine nasıl da söz dinletiyor diye. Elimi uzatmamı istiyorlar. Sağ avucumu minik eline bırakıyorum. Hayatımı önüme sermeye başlıyor çocuk. Cin, hoşuna gidenleri üstüme giydiriyor. Yılların içinde dönüyoruz. Bebek atkımı boynuma doladığında, koca ciğerlerimle nefes almakta güçlük çekiyorum. Beceriksiz bir ‘’agu’’ çıkardığımda gülüyorlar. Elime bir baston tutuşturuyor cin, genç ve dinamik sanıyorum kendimi. Bahçeye çıkıp top oynamayı teklif edince hayır büyükanne diyorlar, şimdi sırası değil. Üstüme bol gelen bir pijama giyiyorum ve göğsümü sıkan dar bir kazak. Çocuk elimi çeviriyor, benekli ve kırışmış tenimi izliyorum. Tüyleri dökülmüş, yeni doğmuş gibi parlıyor. Ayaklanıyorlar. Yurt dışına çıkacağını söylüyor çocuk ve cinler de benimle gelecek. Henüz çok küçük olduğunu söylüyorum, benim cinimi bırak. Cin kafasını iki yana sallayarak bu ülkeden sıkıldım diyor. Kafamı eğiyorum.  

Takma dişlerimin arasındaki emzikle acınası ve komik görünüyorum, kapıyı çekip gidiyorlar. Dışarıdan kahve kokuları geliyor, telve kokusu. Okunmuş ve geleceği uydurulmuş birinden. Sendeleyerek kalkıp kahve yapmaya gidiyorum.