Seçim şansınız elinizden alınsaydı nasıl hissederdiniz? Kötülük yetisi elinden alınan birinin kimseye zarar veremiyor oluşu onu iyi bir insan yapar mı? Kötülük tedavi edilebilecek bir kavram mıdır? 1971 tarihinde yayınlanan, yönetmen koltuğunda Stanley Kubrick’in oturduğu Otomatik Portakal, bu soruları bizim için dramatik bir şekilde yanıtlıyor. Film kendisi ile aynı ismi taşıyan Anthony Burgess’in romanından uyarlamadır. Film bir kitap uyarlaması olmasına rağmen, asıl hikayeyi doğal örgüsünden sapmadan ve neredeyse hiç boşluk bırakmadan aktarıyor. Hikayenin ana kahramanı olan Alexander DeLarge karakterini Malcolm McDowell canlandırmaktadır.


“Rezil Bir Dünya”


Film başladığı andan itibaren, kendimizi başarılı işlenmiş bir distopyanın içerisinde buluyoruz. Alex ve çetesi, her akşam takıldığı Süt Bar’da amfetaminli sütlerini içmektedirler. Amfetamin uyarıcı bir maddedir. Kullanıcısında dürtüsel bozukluklar yarattığı ve bireyi saldırganlaştırdığı tespit edilmiştir. Halihazırda Alex ve arkadaşları da bu yüzden her şiddet eyleminden önce buluşup karışımlı sütlerini içmektedirler. İçeceklerini bitirdikten sonra insanlara korku salmak için sokağa dökülürler. Çete üyelerinin kendilerine özel beyaz kıyafetleri, bastonları ve fötr şapkaları vardır. Ayrıca hepsinin suratları makyajlıdır. Bu onların kendilerine tasarladığı üniformalarıdır. Kendilerini şiddete adamışlardır. Çete ilk olarak sarhoş ve yaşlı bir adamı hiçbir sebep yokken baston ve tekmelerle öldüresiyle döver. Yaşlı adam dayak yerken ağzından şu sözleri döker. “Öldürün beni! Böylesine rezil bir dünyada yaşamak istemiyorum! Rezil çünkü artık kanun ve nizam diye bir şey kalmadı!” Aslında bu sözler ilerleyen dakikalarda nelerle karşılaşacağımızın mesajını veriyor. Alex ve çetesi metruk bir tiyatroya girer. Sahnede başka bir çete, genç bir kıza tecavüz etmektedir. İki çete bıçak, sopa, zincir gibi silahlarla birbirine girer. Alex ve arkadaşı kazandıkları savaşın ardından çalıntı olduğunu düşündüğümüz bir araba ile trafik canavarlığına soyunur ve birçok kişinin kaza yapmasına neden olur. Bu da yetmez, köy yolunda bir eve zorla girerler. Evde bir kadın ve bir adam bulunmaktadır. Adamı döver ve ağzını bantlarlar. Bu esnada Alex, adamın gözlerinin önünde kadına tecavüz eder. Bunu yaparken dans edip şarkı söylüyor oluşu, bu eylemden ne denli zevk aldığını göstermektedir. Acı olan şey, gerçekte de böyle insanların varoluşu. Gazetelerde okuduğumuz insanlar. Karanlık bir ara sokakta, elinde bıçakla insanları gasp eden insanlar. Gece yalnız gördüğü bir kadına tecavüz edenler insanlar. Şiddetle beslenen insanlar. Filmi izlerken aklımızda böyle tipler canlanıyor. Bu yüzden Alex ve arkadaşlarından nefret ediyoruz. Alex, yeri geldiğinde arkadaşlarına da şiddet uygulamaktan çekinmeyen bir karakter. Ve arkadaşları bu durumdan oldukça rahatsız.


Alex, Ailesi ve Beethoven Sevgisi


Alex’in şiddet ve seks dışında zevk aldığı tek şey, Beethoven’ın şaheserleridir. Özellikle 9. Senfoni. Karakterimiz müziği dinlerken sevgisini şu şekilde açıklıyor. “Ne büyük mutluluk! Mutluluk ve cennet! Müthiş bir görkem ve muhteşemliğin ete kemiğe bürünmüş haliydi. Az bulunur cennetten çıkma metal bükümlü bir kuş gibiydi. Ya da gümüşi bir şarabın uzay gemisinde akması gibiydi. Yer çekimi anlamsızlaştı artık. Dinledikçe bunlar gibi güzel betimlemelerin farkına vardım.” Bu sözleri söylerken yüzündeki orgazm ifadesini gözlemleyebiliyorsunuz. Alex’in sıradan, orta halli bir ailesi vardır. Çocuklarından çekindiklerinden dolayı, onunla ilgilendiklerini söyleyemeyiz ancak onun için avukat tutmuşlardır. Geçmişte de bu tür vukuatları olduğunu ondan öğreniyoruz. Şiddet eylemlerine son vermesi için Alex’i sert bir dille uyarır. Aynı sahnenin devamında Alex, kaset satan bir dükkanın önünde iki kızla tanışır. Onları evine götürür ve birlikte olurlar. Aslında tecavüz eder dememiz daha doğru olur. Filmde genç kızlar oynamasına rağmen, kitapta kızların yaşı 10 olarak ifade edilir. Kubrick, muhtemelen olayın filmde kötü bir iz bırakacağını düşünerek yaşları büyütmüştür. Film ilerledikçe Alex’ten iğreniyoruz.


Alex’in Düşüşü


Alex çetesi ile buluşur. Arkadaşları Alex’in otoritesini sorgular. Alex ise karşılık olarak onlara saldırır ve içlerinden birini bıçakla yaralar. Otoritesini yeniden eline almıştır. Amfetaminli sütlerini içtikten sonra, soygun için bir eve girerler. Alex evde tek başına yaşayan kadını, başını penis şeklindeki bir heykel ile ezerek öldürür. O sıra polis sirenlerini duyar. Kaçmak için evden çıktığında, yaraladığı arkadaşı suratına şişe ile vurur. Şiddet şiddeti doğurur. Alex olay yerinden ayrılamaz ve yakalanır. Alex, avukatına güvenerek çıkacağını düşünür. Sorgusu sırasında avukatı gelir ve kadının öldüğünü söyler. Alex’in suratına tükürüp gider. İşte hikaye tam olarak burada kırılır. Yenilgiyi kabullenir. Polislerden sağlam bir dayak yer. 14 yıl ceza alır ve cezaevine sevk edilir. Gardiyanlar tarafından aşağılanır. İçeride sürekli İncil okuduğunu ve rahibe yalakalık yaptığını görürüz. Akıllanmış gibi bir görüntüsü vardır. Ancak İncil okurken bile, şiddet içeren metinlerde kendinden geçer. Kendini İncil’deki şiddet uygulayan karakterlerin yerine koyar. Uslanmaz bir sadisttir Alex. Diğer mahkumlardan duyduğu bir tedavi yöntemini rahibe sorar. Rahip, bu tekniğin henüz deneme aşamasında ve tehlikeli olduğunu söyleyerek Alex’i geçiştirir.


Ludavico Tekniği


Bir gün mahkumlar avluda bir çember şeklinde dönerken dönemin içişleri bakanı avluya girer. Cezaevinde yatmanın, suçluyu pişman etmediğini, aksine suçluların bundan zevk aldığını, bu yüzden her geçen yıl daha çok mahkum olduğunu dile getirir. Ve üstü kapalı bir şekilde yeni bir tedavi yönteminden söz eder. Fırsatını bulan Alex, bu yeni tedavi için gönüllü olur. İyilik ve kötülük, bireyin özgür iradesi ile yaptığı seçimlerdir. Kötülük kavramı, kişinin içerisinden sökülüp alınabilir mi? Bu sahnelerde detaylı bir şekilde bunun nasıl yapıldığını izliyoruz. Alex’e mide bulandırıcı bir ilaç veriyorlar. Ardından bir sandalyeye hareket edemeyeceği şekilde bağlıyorlar. Göz kapaklarına kapanmaması için bir aparat takıyorlar. Ve saatlerce şiddet, tecavüz, cinayet, katliam sahneleri izletiyorlar. Alex daha ilk günden bundan iğreniyor. Aslında kendi yaptığı şeylerin, ne kadar mide bulandırıcı olduğunu görüyor. Ancak Alex’in serbest kalabilmesi için 2 hafta daha tedaviye devam etmesi gerekiyor. İzlettirilen bir sahnenin fon müziğinde Beethoven’ın 9. Senfoni’sini duyuyor ve bağırmaya başlıyor. Evet, Alex için en büyük işkence buydu. Beethoven’ı kötülük ile bağdaştırmak. Buna şartlanmak zorunda ve başka seçeneği yok. 2 haftanın sonunda Alex’i bir teste sokuyorlar. Bir adam tarafından dayak yiyor ve karşılık vermek istediği an midesi bulanmaya başlıyor. Hareketsiz bir şekilde öğürmeye başlıyor. Ardından karşısına çıplak bir kadın çıkarıyorlar. Alex kadına dokunmak istediği an yeniden öğürmeye başlıyor. Aklına tecavüz sahneleri geliyor. O andan itibaren nefret ettiğimiz Alex’e acımaya başlıyoruz. Alex’in seçim şansı elinden alınmıştır. Bir makinedir artık. Otomatik olarak tepki vermektedir. Artık kendini savunamayacak, asla sevişemeyecek ve Beethoven’ın 9. Senfoni’sini dinleyemeyecektir. Bu durum bize hükümetin ne kadar kirli bir deney yaptığını göstermektedir. Bir insanın hür iradesini sansürlemişlerdir. Onu topluma kazandırmak için yapmışlardır bunu.


Otomatik Portakal


Alex evine döner. Ancak ailesi Alex’i beklemedikleri için odasını kiralamıştır. Kiracı Alex’i ailesinin önünde aşağılar, Alex karşılık vermek isterken öğürmeye başlar ve kasılır. Ailesi Alex’e sırt çevirir. Sahilde yürürken ilk sahnede dövdüğü ihtiyarla karşılaşır. İhtiyar onu tanıyınca arkadaşları ile Alex’e saldırır. Alex yine karşılık veremez. O sırada polisler gelir ve ihtiyarları dağıtır. Alex kurtulduğu için sevinirken polislerin kendisine ihanet eden arkadaşları olduğunu fark eder. Alex’i bir ormana götürüp işkence ederler. Bu sahnede de bir sistem eleştirisi vardır. Geçmişinde cani, vukuatlı, şiddet eğilimi olan psikopat bireyler nasıl polis oldu? (Bu durum size de tanıdık gelmiştir sanırım.) Ardından orada bırakıp giderler. Bunlar olurken ilk sahnelerdeki Alex’i unutup ciddi ciddi üzülmeye başlarız. Çünkü Alex topluma kazandırılmak istenirken dışlanmıştır. Köy yolunda bir evden yardım ister. Burası ilk sahnelerde zorla girdiği evdir. Ev sahibi adam sakat kalmış, eşi ise zatürreden ölmüştür. Adam eşinin ölümünden Alex’i sorumlu tutmaktadır. Adam, evde iriyarı bir yardımcı ile yaşamaktadır. Bu sahne, Alex’in yüzünden adamın ömrünün sonuna kadar birilerine muhtaç yaşayacağının vurgusunu yapmaktadır. Adam Alex’i tanıyınca onu içkisine ilaç katarak bayıltır. Adam aynı zamanda hükümet karşıtı bir yazardır. Gazetelerde Alex’i okumuş ve bunu hükümete karşı bir koz olarak kullanmak istemiştir. Aynı zamanda da intikamını alacaktır. Alex’e Ludavico'nun etkilerini sorduğunda, Beethoven’ın 9. Senfoni’sini dinleyemediğini öğrenmiştir. Ardından Alex’i bir evin en üst katında bir odaya kitler ve alt kattan son ses 9. Senfoni’yi açar. Alex çıldırır. Öğürmekten ve kasılmaktan kendini alıkoyamaz. Son çare olarak camdan atlayarak intihar eder. Ama ölmemiştir. Ancak gazeteler Alex’i hükümet karşıtı bir propaganda olarak kullanmıştır. “Hükümet suçu engellemek için insanlık dışı yollar kullanıyor. Alex’i intihara sürükleyen bilim adamlarıdır.” gibi başlıklar atılmıştır. Kamuoyuna karşı rezil olan hükümet, bu duruma el koymak ister. İçişleri bakanı Alex’i hastanede ziyaret eder. İyileşeceğini ve kendi seçeceği dolgun maaşlı bir iş verileceğini söyler. Alex bir şekilde ikna olur. Çünkü o zaten artık bir otomatik portakal. Gazeteciler gelir ve Alex, içişleri bakanı ile poz verir. Devletin imajı düzelir, ancak Alex kullanılmaktan kurtulamamıştır. Film böyle bitiyor. Kitapta Alex’in iyileşme süreci biraz daha detaylı işleniyor. Ludavico’nun etkileri geçiyor ancak Alex hala şiddet bağımlısı. Bu durum için kitapta, Alex’in yaşlandıkça şiddet bağımlılığının azalacağını, hatta bir gün aile bile kurabileceğini yazar.


Şiddete şiddet ile karşılık vermek ne kadar doğru? Bu bizi karşımızdaki insandan farklı kılmaz. Ancak beynini kullanmayan insanlar omurgasını kullanır. Hırsızlık yapan birinin elini kesmek, sadece onun hırsızlık yapmasını engeller. Hırsızlık düşüncesini onun aklından bu şekilde silemeyiz. Ona doğru cezayı verip, doğru yolu gösterip, doğru tedaviyi uygulamalı ve seçim hakkı sunmalıyız. Birey iyiliği kendisi seçmelidir.


Dekor, Atmosfer ve Vurgular


Her sahne o kadar ince detaylar ile işlenmiş ki, bu Kubrick’in nasıl bir deha olduğunu gözler önüne seriyor. Karakterlerin giydiği kıyafetler, kıyafetlerin tarzları, mobilyalar, duvar kağıtları, duvarların renkleri, objeler, heykeller, karakterin konuştuğu dilin aksanı… Farklı bir evrende olduğunuzu daha ilk andan anlıyorsunuz. Filmin atmosferi karanlık olmasına rağmen kullanılan renkler ve desenler resmen bir çizgi film hissiyatı veriyor izleyiciye. Bu kadar çok şiddet içeren bir filmi, gözlerimizi kırpmadan izlemeye olanak sağlayan şey bu sanırım.

Filmde Nazi göndermeleri de sıklıkla yapılmıştır. Gardiyanların üniforması, Alex'e izletilen filmler ve Alex'e yapılan iyiliğe şartlama. Nazilerin insanların üzerinde yaptığı deneylere bir göndermedir aslında Ludavico.


Otomatik Portakal’da Freud’un Dürtü Kuramı


Filmde çok sık cinsel ögelere rastlıyoruz. Pek çok filmde olduğu gibi bu filmde de Freud’un dürtü öğretisinden izler bulmak mümkün. Bunun nedeni açıktır. İzleyiciyi ekranda tutmak. Bizler, dürtülerimiz ile hareket eden varlıklarız. Bu durumu kısa bir örnek ile açıklayabiliriz: Sinemada oral dürtüler sıklıkla kullanılır. Pulp Fiction filminde Samuel L. Jackson’un hamburger yediği sahne, uzun uzun gösterilmiştir. Hepimizin canı bir hamburger çekmiştir o sahneyi izlerken. Ve ardından boğazımızı ferahlatacak bir gazoz. Bu hamle, bizim oral dürtümüzü harekete geçirerek filmdeki karakterle bağ kurmamızı sağlamıştır aynı zamanda. Otomatik Portakal’da ise sıklıkla dişil ve eril dürtüler gözümüze çarpmaktadır. Göğüslerinden süt akan heykel, dev penis heykelleri, karakterlerin sürekli soyunması bilerek izleyicinin gözüne sokulmak istenilmektedir. Freud’a göre haz yaşatan en büyük etkenler biri cinsel eylemlerdir. Libidomuzu yükselten bu ögeler, bizim filmin içine daha çok girmemizi sağlamak amaçlı yapılır.


Son olarak Otomatik Portokal, Stanley Kubrick’in ortaya koyduğu şaheserlerden sadece bir tanesidir. Her filmi farklı bir türde başyapıttır. Kubrick, zamanının çok ilerisinde işler yapmış ve sinema dünyasına yön vermiştir. O bir dehadır. Saygı ile anıyorum.


“Tanrı’nın istediği iyilik mi yoksa iyiliği seçebilme şansına sahip olabilmek mi? Kötülüğü seçen biri gerçekte iyiliğe zorlanan birinden daha mı geçerli Tanrı’nın gözünde?”


Anthony Burgess