Prenses Gina uzaklaşmış, kalabalık dağılmıştı. Fakat Aaron olduğu yerde duruyordu. Sanki hala prensesin altın sarısı kısa saçlarını görüyormuşçasına at arabasının arkasından bakıyordu. Son şövalyenin parlak zırhı da gözden kaybolduktan sonra kendine gelebildi Aaron. Evine doğru yürümeye başladı ama kafasını kaldıracak gücü bile yoktu. Kafasında sadece Prenses Gina'nın yüzü vardı. Çok benziyordu. Evet, kime benzediğini anlıyordu yavaş yavaş. Ona benziyordu.

Eve girdi, kapı eşiğinde duran mumları yaktı ve dışarıdan getirdiği odunları şöminenin içine attı. Alt kısmına çalı çırpı dizdi ve çakmak taşı ile tutuşturdu. Gündüzler ne kadar sıcak olursa olsun, geceleri aynı şekilde soğuk oluyordu Gizon köyünde. Ev şimdi daha aydınlık ve sıcaktı. Girişin hemen yanında bir çalışma masası ve üstünde el yapımı malzemeler bulunuyordu. Bu malzemelerin çoğu babasından kalma malzemelerdi. Diğer tarafta rahat olmayan bir yatak ve sehpa duruyordu. Girişin hemen karşısında anne ve babasından kalma bir kitaplık bulunuyordu. Aaron, okumayı bu kitaplardan öğrenmişti. Ev tamamen ahşap, sadece ateş yakmak için bulunan şöminenin etrafı taşlarla döşeliydi. Duvarlarda asılı olan mumlar etrafı çok aydınlatmasa da loş bir ortam yaratıyorlardı. Aaron oldu olası aydınlıktan hoşlanmazdı zaten, karanlık onun dostu gibiydi.

Aaron ateşi yaktıktan sonra yatağa uzandı fakat uyuyamadı. Aklında sadece bir şey vardı. Birbirine ikiz gibi benzeyen iki kadın… Acaba bir daha görebilecek miydi onu? Hafızalarını canlandıran bu kadını bir daha görebilecek miydi? Bir daha gelecek miydi bu köye? Altınlarla beraber Gina da gelecek miydi bu köye? Prenses Gina'nın kalasın üzerinde durduğu süre saatler sürmüş gibi geliyordu Aaron'a. Prenses anlık olarak o kadar kişi içerisinden sanki Aaron'ı seçmişçesine anlık olarak ona bakmış ve gülümsemişti. Aaron'ın midesi bulanmıştı adeta. Bu gözler Gina'ya ait değildi.

Ateş artık sönmüş ve geriye mumların titrek ateşi kalmıştı. Aaron için uyku vakti gelmişti.

*****

"Baba," dedi Aaron. "Annem nasıl öldü?"

Babası -Ulman- gözlerini Aaron'dan kaçırıyordu. Yıllardır bu soruya kaçamak cevaplar veren Ulman, oğlunun artan merakı ve ısrarları üzerine daha fazla saklayamadı. On iki yaşına basmış olan oğluna artık her şeyi anlatmanın, annesini anlatmanın zamanı gelmişti.

"Öğrenmek istediğine emin misin oğlum?"

"Evet baba, artık annemin gerçekten kim olduğunu öğrenmek istiyorum. Onun neden öldüğünü öğrenmek istiyorum."

Bir süre sessizlik oldu. Ulman iç geçirdi ve ağır ağır konuşmaya başladı.

"Annen, Aaron, güzeller güzeli annen. Adı Enna idi. Öldüğünde yirmi iki yaşındaydı. Bana hayatımda aldığım en güzel hediyeyi bırakıp gitti."

Ulman biraz duraksamadan sonra devam etti:

"Seni bıraktı sevgili oğlum," dedi Ulman.

Aaron anlamadığını gösteren bir ifadeyle baktı babasına ve "Nasıl beni bıraktı?" diye sordu.

"Annen senin doğumunda öldü Aaron." dedi hüzünlü bir ses tonuyla. "Oysa seni görmeyi ne kadar da istiyordu."

Kısa süreli bir sessizlik oldu. Aaron suçluluk duygusuyla babasına bakmaya çekiniyordu ama dayanamayıp sordu.

"Bana kızgın mısın bu yüzden baba?"

"Kızgın mı?"

"Evet."

"Tabii ki de değilim oğlum. Seninle bir ilgisi yok. Annen inançlı bir kadındı, her zaman iyi düşünür ve iyi olacağına inanırdı. Keşke öyle olsaydı. İkimiz varız ama annen bir yerlerden bizi izliyor. Şimdi onu mutlu edecek şekilde hayatımıza devam etmeliyiz. Akşama kadar halletmemiz gereken işler var, kalk bakalım."

******

"Baba!" dedi Aaron. Ulman, ağır hareketlerle yaptığı işi bıraktı ve kafasını efendim dercesine salladı.

"Annemle nasıl tanıştınız?"

"Güneş batmak üzere, malzemeleri toplayıp eve girelim. Orada her şeyi anlatırım."

"Çapa, kürek ve tohum çuvalını alıp evin yolunu tuttular. Aaron hikâyeyi dinlemek için hızlı adımlarla yürüyordu. Ulman da ellerindeki ağırlıklar ile Aaron'a yetişmek için hızlı yürümek zorunda kalıyordu. Eve girdiler, malzemeleri bıraktılar ve beraber şömineyi yaktılar. Aaron babasının karşısına oturdu ve meraklı bakışlarla gözlerinin içine bakmaya başladı.

Ulman, uzun boylu ve seyrek saçları olan bir adamdı. Kemikli bir burnu ve ince dudakları vardı. Geniş alnı, sivri çenesiyle pek yakışıklı sayılmazdı. Ama köydekiler tarafından sevilen ve saygı duyulan biriydi. Köydekilere her zaman yardım eder, her ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırdı.

"Annenle şehirde tanıştık sevgili Aaron. Tabii ben o zamanlar köyde yaşıyordum, bu evde. Tohum almak için şehre inmiştim. Yanımda Grogi amcan vardı."

Aaron heyecanlı bir şekilde sözünü kesti. "Uzaklarda yaşamaya giden Grogi amcam mı?"

"Evet, ta kendisi," dedi gülümseyerek Ulman.

"Şehirde pazara doğru giderken etrafta yayılan güzel, baş döndürücü bir koku aldık. İkimiz de kokunun kaynağını merak ettik tabii ki. Daha önce hiç böyle bir koku almamıştık. İki sokak kadar yürüdük ve en sonunda bir parfüm dükkânından geldiğini fark ettik."

"Annem parfüm mü alıyordu?" diye sordu şaşırarak Aaron ve devam etti, "Onlar çok pahalı değil mi?"

"Pahalı tabii." dedi Ulman. "Ama annen parfüm almıyordu, sadece bakıyordu."

"O dükkânın önünde gördük birbirimizi. Anneni ilk gördüğüm anda âşık olmuştum. Omuzlarına kadar alışılagelmedik bir saçı vardı. O kalabalığın arasından hemen fark edebilirdin onu. Grogi amcanın ısrarıyla yanına gidip konuşmaya çalıştım. İşte böyle sevgili oğlum, kısaca böyle tanıştım annenle. Ölene kadar da âşık olduğum ilk ve tek kadın olarak kaldı."