Aaron dışardan gelen seslere uyandı. Güneş yine tepede en ihtişamlı haliyle kendini gösteriyordu. Köy uyanalı çok olmuş, herkes kendi işleriyle ilgilenmeye başlamıştı bile. Aaron dışında. Bir önceki günün vermiş olduğu mutlulukla insanlar birbirleriyle sohbet ediyor, gülüşüyorlardı. Camdan dışarıya bakan Aaron, köyü uzun zamandır ilk defa bu kadar canlı gördü. Paçavra denebilecek giysilerini giydi ve çeşmenin yolunu tuttu. Yanından geçen herkes ona selam veriyordu. Sanki köy yeniden doğmuş ve insanlar eski mutlu, canlı hayatlarına geri dönmüşlerdi ama Aaron selam verenlere sadece bakıyor ve yoluna devam ediyordu. Çeşmenin başına geldiğinde kovasını ipe bağladı ve aşağıya sarkıttı. Kovanın suya çarptığı zaman çıkardığı ses her zaman hoşuna gitmişti. Küçükken babasıyla bu çeşmenin başına gelirdi ve sırf bu sesi duymak için defalarca kovayı aşağıya atıp sonrasında geri çekerdi.

Düşüncelere dalmış bir şekilde çeşmenin yanında otururken birinin ona uzun uzun baktığı hissetti. Kafasını kaldırdı, ona bakan gözlerin içine baktı.


"Aaron!" dedi karşıdaki. "Uzun zamandır seni evinin dışında yakalayamamıştım. Her zaman kaçarsın bizden. Baban öldükten sonra delirdiğini düşünüyorduk."

Bu sözleri hareketsiz ve ifadesiz dinlemişti Aaron. Konuşan kişi onunla aynı yaşta olan çocukluk arkadaşı Dolis'ten başkası değildi. Babasını kaybetmeden önce bütün zamanlarını beraber geçiren bu ikili, saatlerce oyun oynayıp köyün tadını çıkarırdı. Aileleri izin vermemesine rağmen köy dışına çıktıkları bile olmuştu. Ergenlik yıllarında ikisinin de hayali, köyden ayrılıp bir şehirlerde yaşamaktı. Ama babasının ölümünden sonra içine kapanık bir insan haline dönüşen Aaron, Dolis dâhil herkesten uzaklaşmıştı.

"Sözlerime yanıt vermeyeceksin sanırım," dedi Dolis.

Aaron konuşmayı unutmuş gibi boş gözlerle bakıyordu Dolis'e.

"Pekâlâ, öyle olsun ama ben konuşmaya devam edeceğim."

Dolis yaklaştı ve yanına oturdu. Aaron, onun ne yaptığını anlamaya çalışıyordu.

"Hatırlıyor musun?"

Aaron neyi hatırladığını sorarcasına baktı.

"Eskiden geçirdiğimiz zamanları. Oynadığımız oyunları. Köyden kaçtığımız zamanları."

"Evet."

"İkimizin de hayali buralardan kaçıp şehirde yaşamaktı. O zamanlar çok hayalperesttin. Kimse susturamazdı seni. Ama şimdi ağzından laf almak için çabalamamız gerekiyor."

Aaron hala konuşmuyor, sadece bakıyordu. İçinden çok konuşmak gelse de tutuyordu kendini. Dolis bunu bildiğinden daha da üstüne gidiyordu.

"Ben hayalimi gerçekleştirmeye gidiyorum. Şehrin hemen dışında bir ev buldum. Ev demek doğru olmaz gerçi, daha yapılması gereken çok iş var."

Aaron'ın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Kendini tutamayıp konuşmaya başladı;

"Şehir mi? Hangisine, Kherchian mı?"

"Biliyordum konuşacağını! Hayallerinin solmadığını biliyordum."

Dolis gülümsüyordu. Aaron ise utanmışçasına başını öne eğdi.

"Evet, Kherchia. İnsanların kötü şans getirdiğini düşündüğü bir ev buldum. Saçmalık yani. Pazarlık yaparak seksen altın ödedim. Oradan bu kadar ucuza başka yer bulamazsın."

"Seksen altın mı? Nasıl buldun o kadar altını?"

"Bu hayali kurmaya başladığımızdan beri biriktiriyorum. Senin başından da kötü olaylar geçmeseydi eğer beraber daha güzel bir yer bulabilirdik."

"Ev için sana yardım etmeyi önerebilir miyim?"

"Yardım etmek mi, yoksa şehri mi görmek istiyorsun?" diye güldü Dolis.

"Sanırım ikisi de." dedi Aaron. "Yalnızlıktan yoruldum. İnsanlardan uzak duruyorum çünkü bu köy bana babamı hatırlatıyor. Tanımadığım annemi anımsatıyor. Buradan uzaklaşmam gerek."

"Anlıyorum. Benim evim, senin evin. Senin konuşmaya gelme sebebim buydu zaten. Yardıma ihtiyacım var. Tek başıma tüm bu yükün altından kalkabilir miyim bilemiyorum."

Böylelikle Aaron ve Dolis'in macerası başlamış oluyordu. Aynı hayali paylaşan çocukluk arkadaşları, düşledikleri hayatı yaşamak için yola çıkıyorlardı. Konuşmanın ardından ikisi de evine hazırlıklarını yapmak için gitmişti. Aaron son kez odanın ortasında bulunan ateşi harladı. Mumlarını yaktı ve son kalan giysilerini bohçasına koydu. Yolda yemek için ekmek ve üzüm, içmek için de su aldı. Evin içindeki her yeri karıştırıp sakladığı altınları ortaya çıkardı. Elinde sadece 9 altın vardı. Şehre gitmek isteyen biri için pek de fazla sayılmazdı ama vazgeçerse böyle bir fırsatı bir daha bulamayacağını biliyordu. Prenses Gina'nın bahsettiği altınların ne zaman geleceğini kimse bilmiyordu. Son hazırlıklarını da yaptıktan sonra rahatsız yatağına yattı ve uykuya daldı.

Tak, tak, tak.

"Aaron! Aaron! Uyan hadi, seni uykucu. Yoksa vaz mı geçtin?"

Aaron sıçrayarak yatağından kalktı ve hızlı adımlarla kapıya yürüdü. Açtı ve karşısında duran Dolis'i baştan aşağıya süzdü. Dolis, yola çıkmaya hazır bir şekilde karşısında duruyordu.

"Hoş geldin."

"Sana da günaydın!"

"Hemen geliyorum, bana biraz izin ver."

"Acele et. Araba bekliyor. Bir tüccar bizi şehre götürecek."

Kapıyı kapattı, içeriye son bir kez göz gezdirdi ve eşyalarını aldı. Muhtemelen bu evi bir daha görmeyecekti. Bu köyü, insanları görmeyecekti. Kafasındaki anılar sadece birer anı olarak kalacak ve canlanmasına izin vermeyecekti.

"Hey, Dolis! Tüccara ne kadar vermemiz gerekiyor?"

"Sen onu dert etme sevgili Aaron, ben hallettim."



*****

Aaron on yedi yaşına basmıştı. Köyde tanıdıkları herkes gelmiş, Aaron'ın yetişkin olmasını kutluyordu. Dolis, Gira, Eitel, Zina ve diğer arkadaşları onu yalnız bırakmamışlardı. Bahçede yiyecekler ve içecekler yeniyor, şaraplar içiliyordu. Bahçenin tam ortasında da Aaron için alınmış hediyeler vardı. İnsanların toplandığı yerlerde ateş yakılmıştı.

Ulman, gelen misafirleri karşılıyordu ve içeri buyur ediyordu. Aaron ise gelenlere yiyecek ve içecek ikram ediyordu. Bahçenin ortasında bir kürsü dikkat çekiyordu. Bu, Aaron'un yaş günü konuşmasını yapması için konmuştu. Misafirlerin tamamı geldikten sonra Aaron ve Ulman misafirlerin arasına dağıldı ve sohbet etmeye başladılar. Dolis ve Aaron şehirde yaşama hayallerinden bahsediyorlardı, diğer arkadaşları ise bununla ilgili alaycı bir şekilde şakalaşıyorlardı.

Zaman gelmişti, Aaron kendisi için hazırlanan kürsüye çıktı ve bütün misafirleri tek bir hareketle susturdu. Herkes kürsünün önünde toplandı ve Aaron'ın ağzından çıkacaklar için dikkat kesildiler. Aaron boğazını temizledi ve konuşmaya başladı.

"Sevgili konuklar. Geldiğiniz için, beni ve babamı yalnız bırakmadığınız için teşekkür ederim."

Kalabalıktan sözleri onaylayan uğultular yükseldi.

"Bugün on yedi yaşıma basmış bulunuyorum. Artık ben de yetişkinliğe erişmiş bulunuyorum. Babamın yaptığı birçok işi tek başıma yapabilir ve en önemlisi, tek başıma ormana avlanmaya gidebilirim."

Son cümlesi misafirleri kahkahaya boğmuştu. Konuklar gülmelerine rağmen, Aaron'ın ok ve yayı çok iyi kullandığını biliyorlardı. Aaron elini kaldırdı ve misafirleri tekrardan susturdu.

"Çok uzatmayacağım sevgili konuklar."

Bu cümlesinden sonra etrafa bir göz gezdirdi. Babasının, köyün dul ve güzel bir kadını olan Elis ile konuştuğunu gördü. Konuşmayı dinlemiyor, kendi aralarında sohbet edip gülüşüyorlardı. Bakışını başka bir yere çevirip konuşmaya devam etti.

"Annemi hiçbir zaman tanımadım. Anlatılanlara göre güzelliği ile göz kamaştırıyormuş. Bütün köyü büyüleyen gülüşü ile herkese yardım etmeye çalışıyormuş. Her zaman anlattıklarınızdan yola çıkarak annemi örnek almaya çalıştım. Elimden geldiğinizde sizden yardımımı esirgememeye çalıştım. Ve bu şekilde devam edeceğine emin olabilirsiniz."

Bu sözlerden sonra olumlu bir hava oluştu konuklar arasında.

"Son kez, geldiğiniz için teşekkür ediyor ve konuşmamı sonlandırıyorum."

Büyük bir alkış tufanıyla sonlandırıldı konuşma.

Herkes birbiriyle sohbet etmeye, yemeklerden yemeye başlamıştı bile. Aaron daraldığını hissetti ve köyde biraz tur atmak için evden ayrıldı. İçinde tarif edemediği bir huzursuzluk vardı. Kalbi hızla çarpıyor, ellerinin titrediğini hissedebiliyordu. Kafasının içinde bir dürtü onun sakinleşmesini engelliyor gibiydi. Daha önce yaşamamıştı bu hisleri, çok yabancıydı Aaron'a.

Tekrardan eve döndüğü sırada babasını aradı gözleri. Kalabalık, görmesini zorlaştırıyordu. Ama şöminenin başında babasının seyrek saçlarını seçmeyi başarmış ve ona kitlenmişti. Hala Elis ile konuşmaya devam eden Ulman, birazcık da yakınlaşmıştı sanki kadına. Aaron'ın kafasının içinde Ulman'ın annesi için söylediği sözler yankılanıyordu. "Aşık olduğum ilk ve tek kadın." dedi kendi kendine Aaron. Bu sözleri unutmak onun için kolay değildi.

Gece bitti ve son misafir de evin kapısından çıktıktan sonra Aaron babasının yüzüne bile bakmadan rahatsız yatağının yolunu tuttu. Bugün gördükleri kafasından çıkmıyordu. Babasının o kadınla samimi bir şekilde konuşması Aaron'ın içini kemiriyordu adeta.

Babası eve girdi ve sessiz bir şekilde Aaron'ın yanına oturdu. Aaron babasını hissetti ama gözlerini açmadı.

"İyi ki doğdun sevgili oğlum, en güzel hediyem." dedi Ulman sessiz bir şekilde.

Ama bu sözleri, Aaron'ı içten içe daha da sinirlenmeye yetmişti. Tekrardan ellerinin titrediğini hissetti ve köyden yürürken hissettiği dürtüleri anımsadı. Yatmadan önce yanına aldığı okunun ucunu tek hamleyle hava kaldırdı ve daha ne olduğunu anlayamayan Ulman'ın boğazına tek hamlede sapladı.

Ulman, kendini yere bıraktı ve fal taşı gibi açılmış gözlerle Aaron'ın ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu. Konuşmak istiyordu ama boğazındaki kesik buna izin vermiyordu. Dakikalar içinde açık gözleriyle hareketsiz bir şekilde yerde yatıyordu.

Daha doğarken öldürdüğü annesinin intikamını almıştı kendi içinde Aaron. Bu yaptığı ona keyif vermişti adeta. Ellerinin titremesi gitmiş; dürtüler, yerini sakinliğe bırakmıştı. Yaptığı şeyden keyif almıştı.