Aaron, uykusundan uyandığında daha şafak sökmemişti. Gece soğukkanlılıkla öldürdüğü babasının bedeni hala yanı başında durmaktaydı. Kafasını çevirdi ve babasının ölü bedenine tiksinerek baktı. Köy canlanmadan bir an önce cesedi yok etmesi gerekiyordu. Ayağa kalktı, üstünü giydi ve kapıyı açtı. Kapının açık kalması için yakılacak odunlardan birini kapının dibine koydu ve babasını omuzlarından sürükleyerek kapıdan çıkardı. Evin etrafında yarım tur döndükten sonra cesedi yere koyup üstünü çalı çırpı ile kapattı. Tekrardan eve girdi ve kürek alıp geri döndü. Güneş kendini göstermeye başlamamıştı ama o canlı sarı rengi ufukta görünmeye başlamıştı yavaş yavaş. Küreği aldı ve hızlı hareketlerle kazmaya başladı. Kollarında güç kalmayana kadar kazdı, kan ter içinde kalsa da durmadı. Boğazı o kadar kurumuştu ki tükürüğü bile inmiyordu aşağıya. Kazdıkça kazdı ve en sonunda yeterli olduğunu düşünüp bıraktı. Yorgunluktan dizlerinin titrediğini tam olarak bu anda fark etti ve kendini dizlerinin üstüne, yere bıraktı.

Birkaç dakika dinlendikten sonra babasının ölü bedenini omuzlarından kavradı ve çukura doğru çekti. Son bir kez babasının cansız yüzüne baktı ve ilk toprağı kürekle gözlerini örtmek için kullandı. Babasını son kez görmüş olmak onu birazcık bile üzmüyordu. Tam aksine, bunu yaparken keyif alıyordu. Kafasını bir anlığına kaldırdı ve karşısında bir kadın gördü. Kısacık altın sarısı saçlarıyla gülümsüyordu Aaron'a. O kadar kısa süreli bir şeydi ki bu göz açıp kapayıncaya kadar kayboldu ortadan. Aaron küreği bıraktı ve gözlerini ovuşturdu. Yorgunluktan beyni ona oyunlar oynuyordu. Eline tekrardan küreği aldı ve çukuru doldurmaya devam etti.

Sonunda babasının mezarını bitirdiğinde bir saatten fazla zaman geçmişti ve güneş iyiden iyiye kendini göstermişti. Hava aydınlanmış, köyün içinden insanların uyandığını belirten sesler gelmeye başlamıştı. Aaron sağ eliyle alnındaki teri sildi ve eve yavaş adımlarla yürümeye başladı. Eve girdi ve kitaplığın yanında duran tebeşiri alıp kapıya yöneldi. Gizon köyünün adetleri üzerine bir hanede bir kişi ölürse tebeşirle kapıya işaret konurdu ve bir hafta boyunca bu işaret kapıda kalırdı. O süre içerisinde kimse evdekileri rahatsız etmemeye dikkat ederlerdi. Aaron kapıya tebeşirle bir işaret yapıp içeri girdi. Ama bunu yaparken Dolis kendisini görmüştü.

"Aaron! Aaron! Neler oluyor?" diye koşarak geldi kapıya Dolis. "Aç kapıyı dostum, neler oluyor? Eğer sen hayattaysan babana bir şey olmuş. Dün biz gittikten sonra bir şey mi oldu? Neden yardım istemedin?"

Aaron, ağır adımlarla gidip kapıyı açtı. Gözlerinin altı yorgunluk ve uykusuzluktan morarmaya başlamıştı. Teri hala kurumamıştı ve her yeri ağrıyordu.

"Bir şey söylemeyecek misin?" dedi Dolis şaşkınlık içinde.

"Söyleyecek bir şeyim yok. Babamı son yolculuğuna uğurlamak istiyorsan eğer arka bahçede yatıyor." dedi soğuk bir sesle.

"Ne olduğunu anlatmayacak mısın? Neden bizi çağırmadın?"

"Çağırabileceğim bir an olmadı. Uykusunda ölmüş. Sabah uyanıp onu uyandırmaya çalıştığımda fark ettim ve sessiz bir şekilde gömdüm onu." diye yalan söyledi Aaron. Sesinde en ufak bir titreme yoktu yalan söylediğine dair. Buna kendisi bile şaşırmıştı.

"Pekâlâ, köylüleri çağırıp onu son yolculuğuna düzgün bir şekilde uğurlamak ister misin? Her konuda yardım ederim sana."

"Ben onu son yolculuğuna uğurladım. Siz ne yapmak istiyorsanız yapabilirsiniz ama lütfen beni yalnız bırak. Kapıdaki işaretin anlamını biliyorsun. Rahatsız edilmek istemiyorum. Huzura ihtiyacım var." dedi Aaron.

*****

Aaron, etrafına fal taşı gibi açılmış gözlerle bakıyordu. Köyden hiç bu kadar uzağa gitmemişti ve gideceğini de sadece düşlerinde görmüştü. At arabasının arkasında tek başına Dolis ve tüccarın konuşmalarını dinliyor, şehir hakkında bilgi edinmeye çalışıyordu. Tüccarın söylediğine göre şehirde bir şenlik vardı. Bütün halka açık, bedava yiyecekler ve şaraplar. Böyle bir şenlik için bayağı bir para harcandığından bahsediyordu tüccar.

"Şehirde yarın akşam bir şenlik var. Herkese açık, yani isterseniz siz de gelebilirsiniz. Her türlü yiyecekten ve içecekten tüketebilirsiniz."

Dolis, Aaron'a baktı ve gülümsedi. Aaron da kaşlarını kaldırdı ve gülümseyerek karşılık verdi.

"Bu şenliğin sebebi nedir?" diye sordu Dolis.

"Savaşın kazanılması adına yapılıyor. İlk nedeni bu ama bir nedeni daha var."

"O nedir?" diye araya girdi Aaron.

"Surgon Kraliyet ailesi şu an şehirde. Kral Renga, Kraliçe Lanta ve Varis Arat."

"Onların gelme sebebi ne?" dedi Aaron.

"Anlamak çok zor değil. Politik anlamda güçlenmek ve Prenses Gina ile Varis Arat'ı evlendirmek."

Aaron kaşlarını çattı ve sinirli bir şekilde soludu.

"Nasıl, başka kraliyet ailesinden biriyle mi evlendirilecek? Böyle bir şey kabul edilemez."

"Birileri geçen gün âşık olmuş galiba." dedi Dolis gülerek. Bu tavır Aaron'ın hoşuna gitmemişti. Dişlerini birbirine sürterek bir bakış attı Dolis'e.

"Bana öyle bakma, sen de haklısın. O kadar güzeldi ki bir an ben bile âşık olduğumu sandım. Masmavi gözleri vardı. Omuzlarına kadar olan saçları… Hele o göğüsleri."

Tüccar ve Dolis kahkaha atmaya başladılar. Tüccar, Prenses Gina'nın vücudu hakkında konuşmayı sürdürdü. Aaron ise nefret dolu bakışlarla süzüyordu ikiliyi.

"Dolis," dedi Aaron. "Evin yeri tam olarak nerede?"

"Neden sordun?"

"Şenlik yerine yakın mı acaba? Belki prensesi görebiliriz. Ya da şenlikten iki tane kız buluruz."

"Şehre daha ayak basmadan tam bir şehirli oldun Aaron. Merak etme, şehir merkezinde olmasa da yakın. Kraliyet binasının bir kilometre kadar arkasında kalıyor. Şehir hamamının yanında..."

Bir süre sessiz bir şekilde yollarına devam ettiler. Hava kararmak üzereydi. Ormanın içinde önceden ateş yakıldığı belli olan bir öbek vardı. Orada durdular ve ateş yakıp geceyi geçirmek için kamp kurdular.




***



Ateşin başına oturdukları sırada Dolis aç olduğunu söyledi. Tüccar da onaylarcasına başını salladı. Aaron okunu ve yayını çıkarıp göz kırptı.

"Bu okun bende hatırası var beyler. Babamla ava çıktığımızda bunu kullanırdım. Hatta en büyük avımı da bununda avladım." diyerek ürkütücü bir gülümsemeyle baktı diğerlerine.

"En büyük avın neydi?" diye sordu tüccar.

"Önce yemek için bir şeyler bulalım, sonra anlatırım ne olduğunu." dedi Aaron.

Tüccar ayağa kalktı ve ormana doğru yürümeye başladılar.

"Sen şu tarafa git, ben de buradan gideceğim. Eğer avlanacak bir şeyler görürsen ıslık çalman yeterli. Senden fazla uzaklaşmayacağım ama yakınında da durmayacağım. Yine de endişelenme, kulaklarım iyi duyar." dedi Aaron.

"Tamam ama lütfen çok uzaklaşma. Böyle yerler beni her zaman ürkütmüştür."

Birbirlerinden ayrıldılar. Tüccar avlamak için bir şeyler ararken Aaron avını bulmuştu bile. Avı tam karşısında yürüyordu. Ne avdı ama! Hayatımda bu kadar çirkin bir şey görmedim, diye geçirdi aklından Aaron. Tüccarın Prenses Gina ile ilgili söyledikleri hala aklından çıkmıyordu. Aaron okunu yayına taktı ve yavaşça gerdi. Tüccarla aralarında on adımlık mesafe kala bilerek ayağını hafifçe yerde sürttü ve çalıların çıtırdamasına sebep oldu. Tüccar sesi duyar duymaz kafasını ceylan gibi kaldırdı ve o yöne doğru hafifçe yürümeye başladı. Aynı zamanda Aaron'ın ıslık konusunda söyledikleri aklına gelmiş olacak ki yavaşça avını korkutmamaya çalışarak dudaklarının arasından tiz bir ses çıkardı. Ama tam ıslık çaldığı anda Aaron gerdiği yayını bıraktı ve ok tüccarın ıslık çalan iki dudağının arasından girip ensesinden çıktı. "Ah, bu iğrençti." dedi kendi kendine Aaron. İlk defa katil olmuyordu ama böylesini ilk defa görüyordu. Elleri ve ayakları titremeye başlamıştı. Zorlukla tüccarın yanına gitti ve oku adamın kafasından çekip çıkardı. Şimdi gerçek bir av bulması gerekiyordu.

Aaron elinde tavşan ile kampa doğru yaklaşırken Dolis de kamp ateşinin kenarında telaşlı bir şekilde volta atıyordu.

"Nerede kaldınız? Meraklanmaya başlamıştım." dedi Dolis.

"Tüccar daha gelmedi mi? Burada buluşmamız gerekiyordu." dedi soğukkanlı bir şekilde.

"Hayır, ormanda beraber değil miydiniz?"

"Ormana girdikten sonra farklı yönlere dağıldık. Bu babamla yaptığımız bir teknikti. Daha fazla alan, daha fazla av demektir. Biraz daha bekleyelim."

"Tamam, sen tavşanı hallet o zaman, ben de ateşi harlayayım." dedi Dolis.

Ateş iyice büyümüş ve iyi bir ısı ve ışık kaynağı olmuştu. Aaron tavşanları ateşe tam olarak değmeyecek şekilde koymuştu. Dolis hala etrafına bakıp tüccarın gelmesini bekliyordu.

"Kaç saat oldu, nerede bu adam?"

"Bilemiyorum. Ateşimiz yeterince büyük. Uzak mesafede de olsa burayı göreceğinden şüphem yok. Muhtemelen bir ava takılmış ve onu yakalamaya çalışıyordur." dedi Aaron.

"Bilemiyorum Aaron, aramaya çıksak mı?"

"Eğer şu an gidersek biz gelene kadar tavşan kül olmuş olur. Yemekten sonra gitsek olmaz mı? Çok acıktım." dedi Aaron. Bu kadar soğukkanlı olmasına kendisi bile şaşırıyordu.

"Nasıl istersen, iz takip etme konusunda tecrübeli olan sensin. Buralarda kaybolmak istemiyorum."

Son lokmalarını da ağızlarına atıp toparlandıktan sonra tüccarı aramak için yola koyuldular. Aaron isteksiz bir şekilde yavaş adımlarla gidiyordu ve olur olmadık yerlerde durup sanki bir iz görmüşçesine yerde dakikalarca oturup etrafa bakıyordu. Dolis tam bir şey diyecek gibi kıpırdanmaya başladığında kalkıp yoluna devam ediyordu. Havanın kararmış olması Dolis'i biraz korkutuyordu ama Aaron okunu ve yayını yanına almayı ihmal etmemişti. Dolis arkasına baktı ve ateşin sadece küçücük bir parıltısını görebildiğini fark etti.

"Sanırım artık dönsek iyi olur. Biraz daha gidersek biz de kaybolacağız." dedi Dolis.

"İstersen sen git, ben biraz daha arayabilirim. Geldiğimi yolları ve işaretleri hatırlayabiliyorum."

"Sen olmadan dönmem, burada yalnız kalmaktan hoşlanmıyorum. Her yerden garip sesler geliyor."

"Gerçekten bu kadar korkuyor olamazsın değil mi?"

"Bu korku değil dostum. Sadece biraz gerginim o kadar."

"Sakin ol, hadi geri dönelim. Sabah istersen tekrardan aramaya çıkarız ama sabaha kadar bu adam gelmezse aklına kötü şeyler getirebilirsin."

"Nasıl yani?" dedi şaşkın bir şekilde Dolis.

"Yani ölmüş olabilir demek istiyorum. Veya yaralanmıştır. Ya da bir avın peşinden giderken ayağı kaymıştır ve bum."

"Nasıl bu kadar rahat konuşabiliyorsun bunları?"

"Rahat değilim, sadece olabilecekleri söylüyorum. Söylediklerimin illa gerçekleşmesine gerek yok. Kaybolan sen olsan senin arkandan da bunları söyleyebilirdim. Ama sen yanımdasın, bu yüzden sorun yok. Önemli olan ikimizin olması... Tüccar bizimle yaşamayacak ne de olsa."

"Haklı olabilirsin, hadi dönelim, üşümeye başladım."