Sabah olmuştu ve tüccar hala ortalarda yoktu. Aaron yattığı yerden kalktı ve gözlerini ovuşturarak etrafına baktı. Dolis gece tüccar ateşi görsün diye o kadar çok harlamıştı ki ateşi, bunca saat geçmesine rağmen hala tütüyordu. Ayağa kalktı ve at arabasından suyunu alıp birkaç yudum içti. Yerden ufak bir taş parçası aldı ve Dolis'in üstüne doğru attı. Dolis irkilerek gözlerini açtı ve nerede olduğunu bilmiyormuşçasına etrafına baktı.

"Uyan dostum, bizi bekleyen bir şehir var," dedi Aaron.

"Tüccar gelmiş mi?"

"Sence gelmiş mi?" diye dalga geçerek sordu Aaron.

"Gerçekten nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyorsun anlamıyorum," dedi ürkek bir şekilde Dolis.

"Bak, tüccara ne oldu bilmiyorum ama zaten o adamdan hoşlanmamıştım. Dün buraya gelirken ortadan kaybolması için dua ettim ve tanrının sevdiği kuluyum sanırım. Dileğim bir gün bile geçmeden gerçekleşti." dedi gülerek Aaron.

Eşyalarını topladılar ve at arabasına binerek yola koyuldular tekrardan. İkisi de konuşmuyordu. Aaron etrafındaki güzelliklere göz gezdiriyordu. Dolis ise düşünceli bir şekilde sadece karşısına bakıyordu. Belli ki hala tüccara ne olduğunu çözmeye çalışıyordu.

"Senden özür dilemek istiyorum." dedi bir anda Aaron.

"Ne demek istiyorsun," dedi Dolis. İçinde bir titreme hissetti ve bunun korku olduğunu anladı. Acaba tüccarı Aaron mı öldürmüştü? Peki neden?

"Babamın öldüğü gün," diye konuşmaya devam etti Aaron. Dolis, içinde bir rahatlama hissetmişti.

"Babamın öldüğü gün kapıya geldiğinde sana hak etmediğin şekilde davrandım sanırım. Bunun olmasını istemezdim üzgünüm. O an kendimde değildim sanırım. Pek konuşacak durumda değildim. Babamı yeni kaybetmiştim ve senin bir anda onlarca soru sormana dayanamadım açıkçası. Babama ne olduğunu bilmiyorum. Akşam gelen onca misafir ve hazırlık ona ağır geldi sanırım. Sabah uyandığımda onu uyandırmak için yanına gittim ama hareketsiz bir şekilde yatıyordu ve suratı morarmaya başlamıştı. Ve ben de o an öldüğünü anladım. Şafak sökmeden, köydekiler uyanmadan arka tarafa bir mezar kazdım ve babamı içine gömdüm. Bunu sessiz sedasız yaptım çünkü herkesin neden öldüğü ile ilgili sorularını cevaplamak istemiyordum."

"Ben bunları unuttum Aaron. O anki durumunu anlayabiliyorum. Ama anlamadığım tek bir şey var. Tamam, o an kötü durumdaydın ve konuşmak istemedin. Kapıdaki işaretin anlamını da bildiğim için seni belli bir süre rahat bıraktım ve yanına gelmedim. Peki, üstünden kaç yıl geçmesine rağmen neden gelmedin tekrardan yanımıza? Neden kaçtın hep bizden, ben bunu anlamıyorum. Çocukluk arkadaşımı kaybetmek beni derinden sarstı bunu bilmelisin."

"Bilmiyorum. Sanırım herkesten ve her şeyden kaçmak istedim. Annemi hayatım boyunca hiç görmedim. Babamı da kaybetmek beni gerçekten derinden etkiledi. Ailenin tamamını kaybetmek nasıl bir şey bilir misin? Bir ailenin kalmaması?"

Dolis, bu soru sessiz bir şekilde iç çekerek cevap vermeyi seçti. Ne cevap vereceğini bilmiyordu çünkü Aaron'ın neler hissettiği hakkında en ufak bir fikri yoktu. Kendi anne ve babası hala hayatta mutlu bir hayat yaşamaktaydılar.

"Sana bir şey anlatacağım." dedi belli bir süre sessiz kaldıktan sonra Dolis.

"Nedir o?"

"Babanın öldüğü günün akşamında ailemle akşam yemeği yerken babam konuşmaya başladı. Sizin hakkınızda. Annen ve baban hakkında…"

"Gizli gizli arkamızdan mı konuşuyorsunuz siz?" diye öfkelenmişti Aaron.

"Hayır, dostum. Gereksiz gerginlik yaratma. Biliyorsun ki onlar anneni çok iyi biliyorlardı. Yıllarca beraber yaşamışlardı."

"Neler anlattı?"

"Annenin nasıl göründüğünü anlattı. Omuzlarına kadar gelen altın sarısı saçları, deniz mavisi gözleri... Köydeki en güzel surata sahip kadın olduğunu anlattı. Gerçekten görmek isterdim. Eminim sen benden daha çok görmek isterdin."

"Hımm."

"Neyse, devam edeyim. Geçen gün bir şey fark ettim. Prenses Gina köye geldiğinde ona bir anlığına baktım ve karşımda sanki senin annen vardı. Unutmadığını biliyorum. O saçları, suratı ve gözleri. Sen de fark etmedin mi? Eminim baban annenin nasıl göründüğünü sana da anlatmıştır."

"Sanırım."

"Benden bir şey saklayamazsın, biliyorsun. Gina'ya nasıl vurulduğunu biliyorum. Ama onu hiçbir yerde daha önce görmedik. Acaba onu sürekli düşünme sebebin Gina'nın güzelliği değil de anneni hatırlatması olabilir mi?"

"Seni ilgilendirmeyen şeyler üstüne çok düşündüğünü düşünüyorum sadece." dedi Aaron soğuk bir sesle.

"Burada seni sinirlendirmeye falan çalışmıyorum. Sadece kafandakileri anlamaya çalışıyorum o kadar. Sen bana ne kadar açık olursan ben sana o kadar yardım edebilirim. Edebildiğim kadar tabii."

"Güzel, o zaman şimdi lütfen susalım ve yolumuza devam edelim, başım ağrıyor."

****

Saatlerdir yolda olmalarına rağmen sanki daire çiziyormuşçasına uzun sürmüştü yol. İkisi de acıkmıştı ve susamıştı. Susuzluklarını yanına aldıkları erzaktan karşılayabiliyorlardı ama açlık artık dayanılmaz bir hal almaya başlamıştı. Dolis sürekli durmaları ve avlanmaları gerektiğini söylüyordu. Aaron ise bohçasından çıkardığı irili ufaklı meyveleri uzatıp duruyordu. İkili de gerçekten çok sıkılmıştı. Aaron, Dolis'in söylediği şeylerden dolayı etrafına bile bakmadan dümdüz ileriye bakarak yol alıyordu. Dolis ise durmadan bir şeyler söyleyerek zamanı çabuk geçirecek yollar arıyordu. Derken uzaklardan kale duvarları görünmeye başlamıştı.

Yanlarında tüccar olmadığı için içlerinden birisinin tüccar rolüne girmesi ve diğerininse yolcu olması gerekiyordu. Aaron tüccar olmayı kabul etti ve at arabasının önündeki yerini aldı. Ama onun öncesinde kale kapılarına yanaşmadan arka tarafa atladı ve gerçek tüccarın şehre götürdüğü mallara baktı. Eğer bunlara bakmasaydı ve muhafızların baktığı mallar ve onun söyledikleri arasında bir farklılık olursa tutuklanabilirlerdi.

Kapılara yanaştılar ve yavaşça muhafızların önünde durdurdular at arabasını. Muhafızlar onlara kim olduklarını ve ne için geldiklerini sordu. Aaron kendisini tüccar olarak, Dolis ise burada ev aldığını ve tüccarın onu buraya para karşılığı getirdiğini anlattı. Muhafızlar arabadaki malları kontrol ettikten sonra fazla sıkıntı çıkarmadan kapılardan içeriye girmelerine izin verdi. Aaron kapılardan biraz geçtikten sonra nefes almadığını fark etti. O kadar heyecanlanmıştı ki nefes almayı bile unutmuştu. Dolis, Aaron'ın nefessizlikten kıpkırmızı olmuş suratını görünce dayanamadı ve karnını tutarak kahkaha atmaya başladı. Aaron ise tekrardan soğuk bir surat ile ileri bakmaya devam etti.


Dolis'in aldığı evin önüne geldiler ve arabadaki malları içeriye doğru taşımaya başladılar. Aaron çevredeki insanların şaşkın bakışlarını hemen fark etmişti. Dolis ilk başta bu evin insanlar tarafından lanetlenmiş olduğunu söylemişti.

"İnsanların bize nasıl baktıklarını görebiliyor musun?" diye sordu Dolis'e.

"Bu bakışların nedenini biliyorsun. Bu ev insanlar için lanetli ve bu yüzden bu kadar ucuza bulabildim bu evi. Kimse içeri giremiyor, herkes korkuyor. Sebebini tam olarak bilmiyorum ama biliyorsun, ben bu tür şeylere inanmam ve bu kadar ucuza başka ev bulamazdım."

"Ya doğru söylüyorlarsa..."

"Burada sürekli bu tür şeyler konuşuluyor. Sana anlatayım. Muhtemelen bu evde daha önce cinayet işlendi ve içeriden birkaç kez ses geldi. Bu nedenle de bu insanlar burayı lanetli yer olarak belirledi. Ama kim bilir, belki de fareler vardı içeride. Belki de hırsız girmişti."

"Haklı olabilirsin ama insan düşünmeden edemiyor," dedi Aaron soğuk bir sesle.

Eve tamamen yerleşmeleri birkaç saatlerini aldı. Tüccarın mallarının tamamını da eve taşımışlardı. Hiçbir şeyi atacak durumda değillerdi, her şeyi kullanmalılardı. Yerleşme işi tamamlandıktan sonra Aaron, gezmek istediğini söyledi ve kapıdan çıktı. Dolis ise beklemesini söyleyerek arkasından koşarak takip etti. Bu durum Aaron'ın çok da hoşuna gitmemişti. Kafasında planlar vardı.

Belli bir süre yürüdükten sonra gerçekten ne kadar büyük bir şehir olduğunu farkına varmıştı ikili. Neredeyse hiç boş alan yoktu. Taş kaldırımlar, parfüm kokan bahçeler, bankalar, mezbahalar, terziler, kasaplar ve bilmedikleri onca yer. Gördükleri en güzel atlar ile yanlarından geçen şövalyeler, baş döndüren güzellikte kokan kadınlar.

Aaron'ın aklına bu kokulardan sonra bir anda annesi ve babasının tanışma anları geldi. Acaba annesi hiç böyle kokmayı başarabilmiş miydi? O parfüm dükkânının önünde durmakla kalmayıp içeri girip alabilmiş miydi? Aaron, babasının yerinde olsa güzel bir kadın için içeri girip parfüm alabileceğini düşündü. Tabii bunlar sadece hayallerden ibaretti. Bu tür şeyler alacak parası yoktu ve elindekini de iyi kullanması gerekiyordu.

En son durakları ise yakın zamanda gerçekleşecek olan şölen için hazırlık yapılan şehir meydanıydı. Gerçekten göz alabildiğine büyük bir yuvarlak alandı burası. Tam ortasında süs havuzları, çevresinde ise güzel kokan çiçekler vardı. Onlarca insan şölenin gerçekleşmesi için çalışıyordu bu arada.

"Şölen ne zaman olacak söyleyebilir misiniz?" diye yaklaştı içlerinden birine Aaron.

"Yarın olacak." diye nefes nefese cevap verdi adam.

"Teşekkürler." diyerek yavaş adımlarla uzaklaştı Aaron.