Yapacak hiçbir şeyin olmadığı bir gündü yine böyle. Saat ikiye geliyordu. Gökyüzü yere değecek neredeyse. İçim bir sıkılıyor bir sıkılıyor... Odam da içim gibi darmadağın. Her şey, her yerde. Yatak yorgan çok hüzünlü duruyor. Çürük tütün kokusundan kusmak üzereyim ama camı açmaya takatim yok. Bu hayat mı lan, diyorum yine. Bunalmışım anlayacağın. Söylenip duruyorum.

 

Günlerdir aynı terane. Bu saatlerde kalk; dışarı çık, gez dolaş, sıkıl biraz. Kahvehaneye git, pis yedili at üç beş el. Ütül cebinde kalan son liraya dek. Canın daha çok sıkılsın, oradan doğru eve kaç. Üstün başın bok gibi sigara koksun. Ulan Abdi bu son gün, yarından itibaren düzeliyoruz.. Ama hiçbir yarın seni düzeltmesin. Yeni bir başlangıç nasip etmesin hayat. Bir işin ucundan tutmam lazım, kafayı sıyırmamak için bir baltaya sap olmam lazım! Bu iş başvurularını yanlış mı yaptık acaba, kimse de geri dönmüyor. Arayıp işe kabul edilmediğimi söyleyin bari. Hiçbir amacı kalmayınca insan zamanın da değerini bilmiyor. Ne yapabilirim? Düşün düşün düşün. Bu amansız tekerrürün içerisinde, paslı jiletleri bileklerine yaklaştır. Toparla kendini, bırakma, sabırlı ol! Telkinler ver kendine, teselli et. Bu sıkıntı iyice içine çökünce rakının dibini gör, hayvanlar gibi uyu sonra. Kredi kartları patlasın. Allah bana niye yardım etmiyor, diye ağla dur. Kalk bir abdest al, iki rekat namaz kıl! Beti bereketi yok evin. Bir mücadele ver bari. Değiş, düzel, akıllı ol!

 

Ama o gün bu nihayetsiz döngüyü, sekteye uğratacak bir fikir geldi aklıma. Çok eski zamanlarda, yine yapacak bir şeyin olmadığı bir günde, Nalân’la adalar turuna çıkmıştık. Şimdi evlendi, çoluk çocuğa karıştı kız kardeşim. Üstelik kocası istediği için, benimle arası biraz limoni. O yok artık. Yalnız başına dolaşmaya alışmışım zaten. Hem öyle de farklı bir şekil oluyor insan için. Kafan dağılıyor, ıssız adam moduna giriyorsun. O cıvıl cıvıl insanları görünce, onların neşeden gerilen yanaklarına bakınca, kıskançlık hissetmiyor değilim. Ama ne yapalım? Tek başınalık kaderim olmuşsa ne gelir elden? Gri kabanlı adamlar görüyorum. Yakışıklı uzun boylu, karizmatik adamlar. Bazısı bıyıklı, bazısı sakallı, yakışıklı adamlar. Kadınları var, kalem etekli, taşralı kadınlar. Bazısı çirkin, bazısı boyalı, bazısı köylü olan güzel kadınları var. Kimisi yüzünde doğu-batı sentezini barındıran kadınlar. Yanlış alınmış kaşlarıyla, yapmacık hareketleriyle ve ucuz parfümleriyle her yerdeler. Gideyim aralarına karışayım. Tek başına olmayan adamları süzeyim, eksiklerimi anlayayım, sorayım: neden onlar gibi değilim? Sıkılırsam oturup sahile karşı bir nargile patlatırım. Suriyelilerin arasına girerim, bakarsın ne zaman gideceklerini sorarım onlara.

 

Çıktım evden. Usul usul sallandım sahile. Baktım sıra var. Vapurun gelişine yarım saat kalmış. Bekledik, geldi. Yağmur yağmak ile yağmamak arasında tereddüt ediyor. İnce bir hüzün göğsüme çökmüş. Yalnızlığım belli olmasın, rehberimde arayacağım bir numaraya bakınıyorum. Yok, ulan kimse yok. Gazete okuyorum, sarmıyor. Çıkıyorum dışarı bir sigara yakıyorum. Düşündüğüm gibi durmuyor sanırım ağzımda, kızlar da bakmıyor. Hemen bitiyor sigaram, rüzgar alıp götürüyor onu. Deniz göğe karışmış, türküler çalıyor kafamda. Kasvetli bir günün serinliğinde, kuru bir simidi kemirerek adaya varıyorum. Aferin Abdi, ne bok vardı buraya kadar geldik? Sonra yıllardır yaşadığım geliyor aklıma, tebessüm ediyorum.

 

Sahil kenarı, kafeler, lokantalar, neşeli insanlar. Pis deniz suyuna karışık anason kokusu eşliğinde karaya ayak basıyor Abdi! Ellerimi cebime koyuyorum. İçimin sıkıntısı geçmiyor. Biraz yorulsam akşam iyi uyurum. Bir bisiklet kiralıyorum. Yalnızım. Yabancıların yüzüne bakıyorum gülümsüyorum. Beni ciddiye almıyorlar. Bisiklet süren insanların arasına karışıyorum, onlardan gibi görünmek istiyorum. Faytonların ardından, atların dışkısını koklayarak hızlanıyorum. Kimi zaman ardımda geçmişi bıraktığımı düşünüyorum, hızlanıyorum. Kimi zaman cebimde kalan üç kuruş bitmeden, yeni bir işe doğru pedal çevirdiğimi düşünüyorum. Bir eşeğim ben diyorum, yüküm bitti. Bana yeni yükler verin. Yoksa bu can sıkıntısı beni öldürecek. Hızlanıyorum. Pedalları çeviriyorum. Geçiyorum onları, çok ileri gidiyorum. Kalabalık ardımda kalıyor, orada bensiz mutlular. Ben en ilerde yalnızım.

 

Ter içindeyim. Neden yaptım bu işkenceyi kendime? Bacaklarım ağrımış, bu ne hırs Abdi? Yokuş aşağı dönüş daha kolay. Pedal çevirmeme gerek bile kalmıyor. Kokluyorum temiz havayı, nereden yuvarlansam bilmiyorum. Düşüp ölsem güzel olur mu? Olmaz. Şu göğe, şu denize, şu ağaçlara bak, güzel güzel kızlar pedal çeviriyor, bacakları pürüzsüz. Yaşamak güzel, ölme Abdi. Varıyorum varacağım yere tek parçayım. Bisikleti teslim ediyorum. At dışkılarından uzaklaştım. Ne güzel kokuyor her yer. Yağmur yağmıyor, vazgeçmiş yağmaktan. Yorulmak iyi geliyor, insan olduğumu hatırlıyorum. Bir nargileyi hak ettin Abdi, diyorum. İşte akşam yakın! Akşamüstleri pek bir sevimli oluyorsun hergele! Tıklım tıklım dolu mekanın boş kalmış son masasına kuruluyorum. Sanki Halep’e turist gelmiş gibi hissediyorum. E buradan sahil görünmüyor ama olsun. Nitekim kaybolmak üzere güneş, deniz daha fazla mavi kalamaz. Görmesen de olur denizi Abdi. Deniz senin aklında sadece. Böyle düşün, yorma beni. Usta İranlı olmalı, simsiyah saçları var. Biraz lakırdı ediyor, sonra gidip bana bir kola - limon nargile çekiyor. Çarpmaz inşallah. Bazen meret sağlam baş ağrısı yapıyor. Güzel kamuflaj bu kalabalık. Beni gizliyor. Çekiyorum dumanı… Nargile on üzerinden dokuz buçuğu hak ediyor. Yarım puanı işsiz olduğum için kırıyorum. İşte anlam avındayım. Yüzlere bakacağım buradan. İnsanlar göreceğim. Onları düşüneceğim. Çoğunu kafamın içinde eve götüreceğim. Tam karşımda kalan kapıdan insanlar girecek, insanlar çıkacak. Ben onları göreceğim. Onlar benim bir işe yaramayan bir adam olduğumu düşünmeyecekler bile. Bilmeyecekler tek başına dolaştığımı. Bilmeyecekler nasıl bir hayatım olduğunu. Benim bilmedikleri için, onlardan utanmama gerek kalmayacak.

 

İçeri girenler, deve kuşu gibi etrafa bakarak boş masa arıyor. Beni de adam yerine koyuyorlar. Oturduğum masanın sahibi olduğumu biliyorlar. Bana biat ediyorlar. Saygı duyuyorlar. Bedenimin kapladığı yerin farkındalar. Hesabın kaç lira geleceğini düşünerek, nargile içtiğimi bilmiyorlar. Bakıyorum ben de onlara. Onların bana baktığı kadar bakıyorum. İlk onlar çekiyor gözlerini. Hep ben kazanıyorum. Bir tane kız giriyor içeri. Siyah bir çantayı koltuğunun altına almış, elinde bir bilgisayar var. Yorulmuş belli. Etrafa bakıyor. E baksın. Etrafa bakan güzel bir kız. Kız olması da normal, etrafa bakması da normal Abdi. Ne diye şaşırıp kaldın buna? Ama şu kaş uçları ne güzel, diyorum. Tam alınmış işte. Simetri saplantısı olan biri halletmiş bu işi. Göz ile kaşı arasında yumuşak bir doku var, öpmek mi istiyorsun lan yoksa? Gülümsüyorum. Kız bana bakıyor. Bakarsa baksın. Gözlerini de çekmiyor. Pes etmiyor. Ben çekiyorum gözlerimi sonunda, kabul ediyorum yenildim. Ama o daha fazlasına cüret ediyor. Bana doğru geliyor. Birazdan elini masaya vurur, sapık diye bağırır. Hayır yapamaz. Sen kendinin öyle olmadığını biliyorsun Abdi. O kadınsa ben erkeğim. Hem başka ülkelerde erkek kıtlığı varmış. Benim gibiler bile nimetten sayılırmış. Oğlum Abdi altı aydır, bir kadın yanından geçerken omzu sürtüşmedi sana, bu ne özgüven! Geliyor. Gelmesin. Geldikçe güzelleşiyor, yaklaştıkça büyüyor. Memeleri büyüyor, elleri büyüyor, gözleri büyüyor, kokusu büyüyor. Kabanına doladığı kemer, ince bel, bir türküye benziyor. Uçma Abdi, çakılıyorsun sonra. Alt tarafı bir kadın işte. Ama güzel bir kadın Abdi. Alttan bakınca kadın, üstten bakınca da kadın. Bayağı bir kadın işte. Boynu vardır sıcacık, karnı vardır yumuşacık. Abdi. Etme. Dur.

“Ya şu masalar boşalana kadar, sizin yanınızda oturmamın bir mahsuru var mı?”

Boşalmak mı? Öyle değil Abdi! Sapıksın oğlum. Diğer insanlar neden sustu? Bir ses, sadece bir ses. İşte böyle diğer seslerden kurtarabiliyormuş insanı. İşsizlik değil, kadınsızlık üzüyormuş beni meğer. Bu güzel saçların başlangıç noktası neresi? Kafa derisi, içine çek! Biliyorum Abdi çok güzel kokuyordur. O kafa derisinin altındaki beyinden bir komut geliyor. Komutu uygulamak için, dil dönmeye başlıyor. Dilin çıkardığı seslerin anlamı; karşımda ayakta durup, kocaman koyu gözleriyle beni süzen bu kızın, masama oturmak istemesi. O ve ben yan yana. Ben hâlâ kısa kollu gömlekler giyerim. Gömleğimin sol cebinde sigara paketim görünür. Dişlerim sarıdır. Kadınlar otobüste bana arkasını döner. Alnı kırışıyor. Yüzü gülüyor. Sağa çekiyor ağzını gülerken. Bir gamze beliriyor. Saçı önüne düşüyor. Elleri dolu, üfleyerek atıyor saçı yüzünden. Gülümsüyor sonra. Ben ilk şoku atlatıyorum.

“Tabi buyurun.”

Şirret bir hareket mi sayılır bilmiyorum. Hâlâ da bilmiyorum. Rujunu tazeliyor. Çantasına yerleştiriyor bilgisayarı. Ne desem, nasıl konuşsam bilmiyorum. Geçer gider birazdan Abdi. Moda girme üzülürsün. Kola-limon nargilemi ondan öteye üflüyorum. Rüzgâr nargile dumanını alıp, onun o güzel yüzüne doğru taşıyor. Telefon kamerasından rujunu kontrol ederken, burun delikleri büyüyor birden.

“Ay! Ne güzel koktu, neyli o?”

Göz ucuyla bakıyorum. Ellerim ter içinde,

“Kola limon.”

Merakla açılıyor gözleri,

“Hiç denemedim.”

Konuşan ben değilmişim gibi, cevaplıyorum,

“Sipsi isteyelim bir bakın.”

Gülümsüyor, elini kalbine götürerek,

“Gerek yok canım.”

Gerekli olmayan nargile değil, yeni bir sipsiymiş. Çekip alıyor marpucu elimden. Bu nargileyi, bu marpucu, bu sipsiyi neye benzettim hiç anlatmayayım orasını. Oğlum Abdi, bu sipsiyi müzeye kaldırıyoruz. Mahalleli ziyaretine gelecek. Demek böylesi bir kadının dudakları değdi buna. Bizim gibi tenekeden değil ciğerleri tabi, ufak bir duman savuruyor etrafa,

“Öhö! Ay çok hoşmuş. Ağzının tadını biliyorsun he.”

Biraz daha ondan tarafa dönerek,

“Eh işte.”

İnce bir el uzanıyor hemen,

“İsmim Hazal.”

“Neyden?” Soğuk espri tutmuyor. Sorgular bir bakış atıyor. Hemen tutuyorum incecik eli parmaklarından. Ah dokunsa bana. Yüzüme dokunsa.

“Abdi, ben.”

“Memnun oldum. Memnun olmakla birlikte seni bir tasadan kurtarmaya geldim Abdi. Affedersin ama seksenli yıllardan fırlamış gelmiş gibisiniz! Ayakkabıların oldukça eski. Yüzün yaşına göre çökmüş. Saç kesimim iç sıkıntını yansıtıyor. Bu gömlek, bu ayakkabın ve bu ellerin seni ele veriyor biliyor musun?”

Beynimden vurulmuşa dönüyorum. Bu güler yüzün altından niye böyle bir şey çıkmıştı şimdi. Hissediyorum içimde bir damar koptu. Vücudumu geriye bırakıyorum. Sesim çıkmıyor. Nereden biliyorsunuz bunları diyecekken, aklım başıma geliyor. O beni bilemez, hissedemez. Neden böyle şeyler söyledi?

“Bu ne cüret?”

“Cüret kelimesinin kudreti, iğreti ağzında komik duruyor. Herkes sana bu cüreti gösterebilir. Çocuklar bile.”

Teslim olmalıyım. Herkes beni tanıyormuş. Namımız buralara kadar geldi demek. Serkeş Abdi. Herkes tanıyor seni oğlum. Sabahtan beri milletin gözlerinin içine bakıp durdun, demek onlar da bir baltaya sap olamadığını anlamışlardı. Bak garsonlar kaygı içinde seni süzüyor. Kıza bir zarar vermenden mi korkuyorlar? Yoksa hesabı ödeyemeyeceğimden mi korkuyorlar?

Buruşuyor yüzüm, sesim düşüyor,

“Çok mu belli?”

Merhameti yok bu güzel yüzlü canavarın,

“Çok belli Abdi. Sen gördüğüm en çirkin adamsın. Sen niye varsın ki? Varlık amacın ne? Ölüp cennete mi gideceksin? Bok gidersin. Sabahtan beri gözünle yedin beni. Kendimi kirlenmiş hissediyorum. Sen benim gibi bir kadını rüyanda gördün mü Abdi? Eminim duvarında gazeteden yırtılmış Hülya Avşar resimleri vardır. Fakir, saf Abdi. Seksenlerden mi fırladın be adam? Şu gömleğe, şu saçlara bak. Aptal, köylü seni. İkinci, ne ikincisi iki yüz ikinci dereceden vatandaşsın sen! İşsizlik maaşı da alıyorsundur kesin. Ha-ha-ha!”

Gözlerim dolmuş bağırarak ağlamak istiyorum. Birazdan uyanırız. Madem rüya tadını çıkar Abdi. Git sarıl şu ceylana! Yumruklarım sıkılmış, tüm dünya üstüme yıkılmış. Hareket edemiyorum. Bana bunları söylerken o kadar çekici görünüyor ki, beni aşağılaması bile zevk veriyor. Kalkmak gitmek istiyorum, gücüm yok. Vursam ağzına şamarı diyorum, kıyılır mı lan şuna? Ülkede güzel kız sorunu var zaten, bırak yaptığıyla kalsın. O geldiği an kalkmalıydım. Haddimi bilmeliydim. Eve gitmeliydim. Banyoya girmeliydim. Düşünmeliydim. Buralara gelmemeliyim bir daha. Bir daha nargile içmemeliyim. Ne güzel de çekiyor lan Abdi dumanı. Kapanıp açılan, minik ağzından gözlerimi alamıyorum. Bütün ada onun ağzı oluyor. Herkes onun ağzına kaçıyor sonra. Kırmızı sonsuz bir ağız. Bir şeyler anlatıyor, dönüp duruyor minik dil. Sessizlik büyüyor, kulaklarım duymuyor. Gider diyorum, sık dişini birazdan çekip gider. Beni izliyor. Ağzında sipsiyi ısırarak, kötü kötü bana bakıyor. Bazı değişimler oluyor vücudumda, gözlerimi ağzından çekiyorum. Sesler duyuluyor.

“Kızınca ne kadar seksi oluyorsun Abdi!” Duyduklarım doğru olmalı.

“Bu, bu ne demek şimdi?”

Birden kibar bir hanımefendiye dönüşüyor.

“Seni gördüm, saf yağız bir Anadolu genci dedim. Ama biliyordum ki seni asla elde edemezdim. Hayatım buna uygun değildi. Hayatım neye uygundu Abdi? Senin gibi yakışıklı, iyi huylu bir erkeği hak edecek ne yaptım sanki? O kadar saydırdım sana ses etmedin. Ellerin emektar bir işçi eli, omuzların geniş, yüzün saf, için pak. Çok yakışıklısın Abdi, çok güzelsin. Senin benim olmayacağını bildiğimden öyle içimin öfkesini döktüm. Affet beni. Giderim birazdan.”

Koltuk altlarımdan, bir hava hücum ediyor, vücuduma. Başımı bir sağa bir sola sallıyorum. Biliyordum bazen aynalarda yakışıklı oluyordum. Gülümsüyorum. Oh ulan Abdi, nasıl bir adamsın sen. O mahallede çürümüşüz meğer. O semt kızları değerimizi bilmemiş. Bak şuna. Hızla çıkarıyor bilgisayarı çantadan. Açıp bir şeyler yazıyor bana bakarak.. Meraktan öleceğim. Sadece düşünüyorum. Beni elde edemeyeceğini mi düşünmüş? Oğlum parfüm kokusunu duymak beni bayıltacak, köpeğinim Hazal. Ama o beni elde edemeyeceğini düşünmüş. Özgüven önemli Abdi, demek ki benim bu gibi tipleri götürme şansım varmış he! Demek burada özgüvenle oturunca, kızlar gelip masana oturuyormuş. Hadi Abdi, yürü oğlum!

“Ya aslında o kadar umutsuz olma. Belki bir şeyler olabilir.”

Bilgisayardan başını kaldırmadan,

“Ha-ha-ha! Çok tatlısın ya. Dur bitiyor. Hah yazdım!”

“Neyi yazdın?”

“Ben psikoloji öğrencisiyim. Tavırlar ve mimikler üzerinde odaklandım biraz. Biliyorum sinir bozucu ama ödevim için kullandım seni. İçeri girdim baktım, en uygun olan kurban sendin. Ve sen de benimle göz teması kurunca olur bu dedim. Yani özür dilerim ama senin bana kötü bir tepki vermeyeceğini düşündüm. Çok masum duruyordun. Sanırım insan sarrafı oldum artık, bak dediğim gibi kolay bir şekilde hallettim. Hakkını helal et olur mu?”

“Ne ödevi?”

“Ya kabaca bir insana hakaret ederken ve iltifat ederken yüz ifadesi ve vücut dili hakkında bir yazı yazmam gerekiyor. Ben de düşünerek bir şeyler sallamak yerine, bunu bir insan üzerinde denemek istedim. Hem hocam, insanlar böyle tepki vermez, diyemez. Çünkü denedim hocam derim. Hatta bu anıyı anlatırım. İnanır bana. Ne kadar çılgın olduğumu bilir. Küsmedin değil mi bana? Bir çay ısmarlayayım sana. Lütfen bakma öyle. Affına sığınarak yaptım. Donup kaldın neden?”

Kalk Abdi kalk. Kıçımda bir hava akımı var. Sanırım kalktık. Oh Abdi. Bak geri almış nargileyi eline! Of dudaklara bak. Çek al elinden nargileyi elinden dişiyle kemirdiği sipsiyi marpucun ucundan çıkar cebine koy. Evet yaptım da bunu!

“Bu benim en sevdiğim sipsim! Ayrıca sana yazıklar olsun! Bana bunu yapamazdınız. Gururumla oynadınız Hazal Hanım.”

Kapıya doğru yürüyordum, kimsenin bana baktığı yoktu, bir ses duydum arkamda,

“Ya özür dilerim. Abdi hey!..”

Sesi kalabalığa karıştı. Durmadım, arkamdan gelmesinde korktum. Aramıza garsonlar girdi, masalar girdi. Kapıdan çıktım. Derin bir nefes aldım. Hava serindi, üşüdüm. Durmadım devam ettim. Aynı hızla vapura bindim. İltifatları düşünüp gülümsüyordum. Hayata iyi yönden bakmalı Abdi diyordum. O hesabı da Hazal’a kitledik, çok iyi oldu. Benimle dalga geçmek neymiş görsün. Hem diş izleri kalmış sipside. Diş izlerinden onu anımsarım. Malzeme çok Abdi, malzeme çok!

Düşünceler içinde eve geldim. İşte yapacak bir şeyin olmadığı her gün, bu sipsiye böyle bakar, Hazal’ı hatırlarım. O ise beni çoktan unutmuştur eminim. Benimle konuşmuş olması bile güzeldi.