Benim de merhametine inanmayı seçtiğim çok karanlık birikti içimde. Sağa sola savrulmak yerine, bir düzene uyum sağlayıp yalnız kalmak gibi. O yüzden sen şimdi tüm bu olan biteni unut. Ben de ayak altından çekileyim, artık burada durulsun yangın. Azınlık duyguların savunucusu olduğum bu coğrafyada ilan ettiğim özgürlüğün son günlerindeyim. Tanrı dağından kovulduğumdan beri sürgün hayallerim ve sürgün vermiyor dallarım, bahar geldiğinde. Toprak ısınmıyor, sular durulmuyor. Bir yolculuğun daha arefesinde miyim, bilmiyorum ama saçların yanaklarını kapatmasın bu gece. Gece, karanlığın mahiyetinden habersiz, saklıyor siyah tüylü bir kargayı tünediği dalda. Sabah oluyor, ilk ışıklar ile küçülüyor göz bebeği. 


Bir toplama kampında buldum kendimi, "Toparlan!" dedim, toparlan. Bir kişi daha göç etti şehrinden, şimdi azaldı mı arsız kalabalıkların ya da yolsuzlukların? Yok oldu mu milyonlar bir saniyede ozon tabakasının boşluğunda? Saymayı unuttuğum için sanırım karıştırıyorum adımlarımı. O yüzden, bir de bir bana, milyon da.

Taş gibi katı yürekli insanlarla, yumuşacık kalpli insanlar bir arada yaşadı zamanın bulunmasından itibaren. Havada çarpıştı yıldırım yüklü, siyah bir bulut gibi gözyaşı eşliğinde. Böyle bir yerde boğazımdan yakaladı bir görünmez el. Hatırlatmak için yaşananları düğüm atıyordu genzime. Son kez, "Beni istasyona bırakır mısınız?" dedi adam. Bir şeyi son defa yapmak ne demek bilmiyordu o zamana kadar. Bir zamanlar her şeyden çok sevdiğini son kez öpmek, saçlarının nasıl koktuğunu son kez keşfetmek. Simdi gözyaşlarının kök saldığı bu göz çukurları, ilk tanıştıklarında yoktu. Ağlarken de gülerken olduğu gibi, gözlerinin etrafında kırışıklıklar olduğunu bilmiyordu o ana kadar. "Son kez.", ne tılsımlı bir sözcük. Sonuna yaklaştığın her şeyi bulup geliyordu ve servis ediyordu oracıkta. Başlangıçların yok olmuşluğuna sığınmış her an soyunup geliyordu. Hepsi bir bir buradaydık diyor, el ele, diz dize, biz bize ve şimdi bağ bozumu. 


Hep söylediğim bir dizeye benzettim bu olanları. Hatırası eski bir şarkıya emanet edilmiş ama mevcutta kanayan bir yara.


Geldiği yönü bilmediğim kadınlar 

Gittiklerinde, 

Bıraktıkları deryada kaptandım. 

Aceleci tavırları. 

Ve ihtiyatlı davranışları 

Gittiklerinde, 

Yalın ayaktım.


Gittiğinde yalın ayaktım, tekrarlıyorum. Uzun bir süre de tekrarlarım sanırım, gittiğinde yalın ayaktım. Ne trajedi ama yalnızlığı kutlamak. Gel de ayaklarıma anlat. Yokluğun, maddi olmadığını düşündürüyor maneviyatına yüklediğim anlam. Dokunabileceğim kadar yakınlaşıyor zaman ve yavaşlıyor. Bir leş daha ekleniyor alışkanlıklarıma, ne de olsa çok adam öldürdüm ben içimde. Kendimden bahsediyorum, yoksa kıyamam kimseye merhametinden. 


Vedalaşma değildi bu yaşanan, biraz önce ön bahçede. Son kez olduğu için ayrılık da değildi. Bu bir yıkılış, bu bir yok oluş... Bu baştan sona, bir devrin ayaklar altına serilişi. Bu tamamen ayaklanmış olan mezarların ayak direyişi, geçiş töreni, kabul günü. Bu benim, aranızda son günüm. Sadece benimle sınırlı kalmasını beklediğim ve paylaşmaktan imtina ettiğim bir paranoya parodisi. Alacaklılar peşimde ve benim kaçmaya hiç niyetim yok. Hüküm giydiğim yalnızlıklarımın cezasını çekmek gibi bir alışkanlığım var. 


Oysa ölmek çok daha kolay...