Yatağımda doğrulup alışamadığım gündüz uykusundan sıyrılmaya çalışıyorum. Perdeyi aralayıp dışarı bakıyorum. Güneş, Mahirlerin evinin peşini bıraktığına göre saat dört civarı olmalı. Tam camı açıp odayı havalandırayım derken, üç ufaklık hızla dönüyor köşeyi. Nefes nefese, heyecan içinde arkalarına bakıyorlar. En büyükleri, tamam der gibi sakinleştiriyor diğer ikisini. Kahve önüne çömelen dayılar gibi diziliyorlar duvar dibine. Vazgeçiyorum pencereyi açmaktan. Tülü de örtüp izliyorum ufaklıkları.

Ortadaki Mahir'in oğlu Ekrem, bir onu tanıyorum. En büyükleri. Öyle büyük dediysem de yaşı en fazla beş. Diğer ikisi daha da tıfıl. Ekrem cebinden üç çubuk kraker çıkarıp birer tane veriyor herkese. Yiyecekler sanıyorum önce ama üçü de, sağ elinin ikinci aralığına sıkıştırıyor krakeri ve sigara gibi tüttürmeye başlıyor keratalar. Elimle bastırıyorum kahkahamı içime. Arada bir külünü silkeliyor birisi. Hemen ötekiler de aynını yapıyor. Gül pembe yanakları çöküyor içine, kırk yıllık tiryaki gibi çekiyorlar krakerden sigarayı. Ekrem'i nenesi çağırıyor, çıngıraklı sesiyle. Ufaklar panik ama Ekrem sakin, baş parmağından destek alıp orta parmağıyla bizim duvara doğru fırlatıyor krakerini. Aynı hareketin acemisi diğer ikisi de kalmıyor geri. Koşup kayboluyorlar nenenin bağırışlarının içinde.

Hem gülüyor, hem de uzun uzun düşünüyorum.

Mahir'le aynı gün dönmüştük askerden. Bütün köyün dualarına sızan ama beklenmedik bir dönüştü. İmkansızlıklardan dolayı bir kamyonetin kasasında getirmişlerdi ikimizi. Sarsıntı kesilip kemiklerime inen acılar hafiflediğinde bir köy asfaltına girdiğimizi anlamıştım. Arada bir, meraklı gözler kasaya uzanıyor, tanıdığa rastlamayınca bir oh çekip yok oluyordu. Yol boyunca kamyonetin geçtiği her köy, nefesini tutuyordu sanki. Önde oturan subayın, yıldızları ışıldamıyordu çünkü. Bütün köy tek bir göz olup izliyordu, acı haber taşıyan bu sevimsiz posta arabasını. Ne zaman ki, hiçbir evin önünde durmadan geçip gidiyordu, bir oh çekiyor, bir nefes alıyordu arkada kalan köy.

Kokusundan anlamıştım bizim köye girdiğimizi. Az sonra iki evin arasında durdu kamyonet. Gayriihtiyari iki evin ahalisi de attı kendini sokağa. Subay ininceye kadar, şoför kasayı açıp beni kendine doğru çekmişti bile. Anam çoktan uçup gelmiş, yana savurmuştu adamı. Gözyaşları eşliğinde almaya çalışıyordu acılı bedenimi. Neden sonra babamın buzları çözüldü de alabildi beni anamın elinden. Şoförün yorgun gözleri, Mahir'in tabutunu indirmek için adam aradı gerilerde. Yine bizim taraftan komşu gençler el attı. Beni eve taşırlarken göz göze geldik Mahir'in anasıyla. Sen neden ölmedin der gibi bakıyordu bana. İlk defa o an, suçlu hissettim kendimi. Sonra da hiç evden çıkmadım zaten. Bilmese de o gün, ailenin tüm yükü binmişti minik Ekrem'in omuzlarına. Evin tek erkeğiydi artık.

Bizim küçük adamlar pek sevmişlerdi kraker tüttürmeyi. İçip içip fırlatıyorlardı bizim duvara. Onlar gidince de kargalar bayram ediyordu.

Yine karşı duvara dizildikleri bir gün, ben de yaktım bir sigara. Yavaşça kalktım yatağımdan. Geldiğimden beri ilk defa çıkacaktım dışarı. Ağır ağır avluyu geçip evin yanına doğru kıvrıldım. Önce gölgem vurdu üstlerine, ürktüler. Beni seçince fal taşı gibi açıldı gözleri. Kiminin ağzında kaldı kraker, kiminin parmaklarında. Zar zor geldim yanlarına kadar ve aynı Ekrem gibi fırlattım sigaramı. Bir adım daha atıp koltuk değneklerinin üzerinde asılı kaldım ve bana kalan ayağımla yerde söndürdüm sigaramı. İki ufaklık gözümün içine bakarken Ekrem, yaptıklarımı izliyordu. Hemen elindekini yere fırlatıp bastı üzerine. Ötekilerse eve doğru koşarken krakerlerini çoktan yutmuşlardı.