Açlıktan başım dönüyordu. Açtım fakat yemek yemek istemiyordum. Arkadaşım Abdullah’ı gördüm. Yüzüme baktığında bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı.

—Hayrola nereye böyle?

—Biraz yürüyecektim.

—İstersen biraz oturalım.

Fena bir fikir değildi. Neden olmasın diye içimden geçirdim. Abdullah’la biraz oturduk ve Abdullah yemek davetinde bulundu. Sanki beynim birisi tarafından ele geçirilmişti. Abdullah ne dese kabul ediyordum.

Abdullah kötü bir gün geçirdiğimin farkındaydı. Abdullah’ın insanların hislerini anlama gibi bir özelliği vardı. Yemek yedikten sonra neler oldu anlat bakalım, dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. Çünkü bir şey yoktu. Bir şey yok ve ben sıkılıyordum. İçimi derin bir huzursuzluk kaplıyordu ve ben boğuluyordum.

—Yine mi kestin vücudunu?

Cevapsız bıraktım sorusunu.

Abdullah dayanamadı bir soru daha sordu

—Acımıyor mu?

Bu sefer de yemek yediğimiz masadaki çocuk babasına bir soru yöneltti:

—Acı! Neden bu kadar acı?

Bu soru adeta başımı tekrar döndürdü ve ben Abdullah’a sordum:

—Acı neden bu kadar acı?

Abdullah bir şey demeden bana öylece baktı. Uzun bakışmadan sonra yemeyen sonra gelen çaylarımızı içmeye devam ettik ve çocuk kaşığı masaya sertçe koydu.

—Baba ben acı istemiyorum!

Çocuk içimdekileri söylüyordu ve ben susup Abdullah’la hüzün kokan bakışmalarımızı yapıyorduk.