Geçmeyecek sanırsın. Bitmeyecek. Geceden çıkamayacağını düşünürken ışıyan gökle de gece olmayacak sanırsın. Bi' boşluktur işte. İçin ezilirken gülmeye çalışırsın ve en kötüsü güçlü görünmeye... Bilmezler seni çok iyi tanıdığını zannedenlerin içindeki yangını. Ya da bilseler de hissettiremezler yanında olmanın hissini. Tek başına geçirmeye çalışırsın çok da geçmek bilmeyen günlerini. Saniye değil salise geçmek bilmez. Yapamayacağını düşünürsün bi' ara çünkü alışmış olduğun şimdi yoktur. Onun yokluğuna alışmak da zor geliyordur. Zannedersin ki hem sonlu hem sonsuz olan o hayat sözcüğünün içinde olmazsa bitersin.

Ama bitmiyorsun. Alışıyorsun. Yapıyorsun. Ve hatta eskisinden daha güzel, daha mutlu oluyorsun. Dahası, onu yaşadığında tükeneceğini sandığın şey için şükreder hâle gelerek iyi ki diyorsun. Öğreniyorsun kendin olmadan hayatının olmayacağını. Kendini sevmeden mutlu olamayacağını. Öyle bir öğreniyorsun ki hayatına eşlik edene ya da edenlere, artık hayatında olmadıkları için teşekkür de ediyorsun. Ve affediş başlıyor burada. O'nu, bunu, şunu değil; kendini affediş. Şimdiye kadar beceremedikçe suçladığın kendini bağrına basıyorsun. İyi ki ben o acıyı yaşadım. Beni ben yaptığı(n) için teşekkürler. Yolculuğun her zaman tek kişilik olduğunu ve o yola sadece dahil olanların, gideceklerin olduğunu öğrettiğin için de teşekkür ediyorum. Sevgili acım, iyi ki beni seçtin de yaşattın bu duyguyu. Herkessiz yapabileceğimi ama kendimsiz olamayacağımı öğretiverdin. Evet, hayat böyledir bazen; üzüldüğün, acı çektiğin, yaşadığın şey için iyi ki de dedirtiyor.

İyi ki...