Soğuk. Çok soğuk. Soğuktan öleceğimi düşünüyorum. Eğer yeteri kadar ilerleyemezsem, donarak öleceğim. Uzun zamandır yalnız yaşıyorum ve böylesine soğuk hiçbir zaman buraya uğramadı. Değişik giden bir şeyler vardı. Cezalandırılıyor gibiydim fakat ben masum bir adamdan ötesi değildim. Çetin, acımasız bir kışla boğuşan bir oduncu evinde yaşıyordum. Günlerim hep aynıdır. Avlanırım, odun kırarım. Çok nadiren de olsa kitap okurum. Hayatım artık modern dünyadan uzaklaştığımdan beri böyle geçiyor. Bembeyaz bir atmosfer. Yapraksız, kuru ve sevimsiz ağaçlar. Yerde tek adım izi var, ben ve hayvanlar. Başka hiçbir şey yok burada. Karanlık bir havaya sahip burası. İnsanlar buraya hiç uğramamış. Modern dünyadan kaçmış, vahşi doğayla hayatta kalıyordum. Son bir mücadelem olabilirdi bugün. Yerde yatmış dinleniyordum, her yerim yavaşça uyuşuyordu. Buz tutmuş vücudum kalkmak istemiyordu. Elimi cebime attım fakat nereye dokunduğumu hissedemiyordum. Sigarayı çıkarttım ve ağzıma bir dalını taktım. Öleceksem bir oduncu olarak ölmeliyim. Gömleğimden çakmağı çıkarttım ve buza dönmüş sigaramı yaktım. İçime dumanın girişini. ağzımdan çıkışını hissediyordum. Ciğerlerim ısınıyordu. Mutlu kal, son anlarında evren üzgün olduğunu yazmamalı. Yanımda ufak, gri renkte bir tavşan gözetliyordu beni. Ne kadar tatlı hayvanlar, onlar bile soğukta kesintisiz yaşıyorken bir insan olarak burada donarak ölecek olmak çok kötü. Tavşan üzerime doğru hareketlendi ve soğuktan kesilmiş bedenimin üzerine çıktı. Üstümdeyken tüm vücudum geri geliyordu sanki, bir enerjiyle doluyordum. Tanrım! Bu inanılmaz. Yaşamam için bir uyarı verdi resmen. İlk serçe parmağımı oynatmaya başladım, sırasıyla diğer parmaklar sonrasında ellerim ve bileklerim. Tüm vücudum ısıyla doluyordu. Kulağıma sert bir rüzgar esti fakat sıcak bir rüzgardı ve fısıltı duydum. "Bu senin son şansın." Kulaklarım, kulaklarıma inanamadım. Ayağa aniden kalktım, yeniden yürümeyi öğreniyormuş gibi topalladım. Tavşan önümden hızlıca koşuyor, yeterli mesafe koruduğu zaman bana dönüyordu. Suratı "Takip et beni ahmak!" diye bağırıyordu tavşanın. Dediğini uyguladım, topalladım. Yavaşça ayaklarım çözülmeye başladı ve arkamdan bana gelen soğuk bir hava vardı. Bana koşmam gerektiğini hatırlattı. Hızımı gitgide arttırdım ve tavşanla birlikte karda bana açılan yolu takip ettim. Hızlanmaya başladığım vakit arkamdan gelen soğuk azaldı. Hızımı asla kaybetmemek için çantamı yere bıraktım. Bana tavsiye edilen yolu takip ettim. Tavşan geçilmesi çok zor olan dallardan sıyırılarak geçti. Zamanım daralıyormuş gibi hissediyordum. Montumu çıkarttım ve kolumla omzum arasına sardım. Geriye adımlar attım ve son sürat koştum. Dalların üstüne omuz gücümle atladım ve arayı kırdım. Arkamdan gelen esinti soğuk bitmişti. Yaşamış hissediyordum. Önümde küçük bir kız taşları diziyordu. Sonrasında yanda sırayla dizilmiş çiçekleri alıyor taşın üzerine koyuyordu. Kızın önünü takip eden topraklar ise mezarlıklar ile doluydu. Burası da neresiydi böyle? Ağır bir keman çalıyordu biri, her an kötü bir şey olacakmış gibi. Kemanın sesi gitgide yaklaştı ve bu ses... Göreceklerim karşısında bir hiçti. Bir insandan kat kat uzun, asla suratı ve bir bedeni olmayan simsiyah bir varlık belirdi önümde. "Yaşantın buraya kadardı oduncu, niyetin iyi yaptıkların acımasızdı. Son bir hesaplaşma için yaşayacaksın. Adımını at, yüzleş." Siyah varlık yavaşça önümden silindi. Ne demek istemişti, neydi kendisi? Karşıma çıkıp bana tek bir cümle kurdu ve yok oldu. Gerçek miydi yoksa soğuğun bir etkisi miydi bu? Küçük kızı da uyarmalıydım. Yıkılmış dalların arasından geçtim ve ufak kıza seslendim. Sapsarı saçları, kar mavisi elbisesi vardı. Bu kadar ufak bir kız mezarlıkta ne yapıyordu, yakını mıydı kaybı? "Hey ufak kız! Bu soğukta kendine iş açma, mezarlıkta senin için uygun bir yer değil. Ebeveynlerin yok mu senin?" küçük kız asla cevap vermedi. Arkası bana dönüktü. Hareketsiz bir biçimde duruyordu. Soğuk arkamdan tekrar ısırmaya başlamıştı. Tehlike çağrısıydı bu. Kızı alıp gitmeliydim. Kızın yanına yaklaştım ve aniden bana döndü. Çığlık attı ve göreceklerim yaşayacaklarımın yanında bir hiçti. "Hepsi senin hatan baba, senin yüzünden!"
"Elise? Nasıl olabilir?" Ölmüş kızım. Unutmuştum. Onu hayatımda silinmiş bir kesit olarak atmıştım.
"Affet beni Elise, asla amacım olmadı. Haklısın tatlı kızım. Lütfen beni affet." diz çöküp yalvardım. Gözleri o kadar canlıydı ki, ölümden dönmüş olamazdı değil mi? Ellerimi kaldırdım ve havada birleştirdim. Beni affetmesi için haykırdım. Sesini çıkarmadan, arkasına bakmadan koşmaya başladı. "Bekle Elise! Bu sefer olmaz!" arkasından koştum fakat ona ne kadar yakınlaşırsam bir o kadar uzaklaşıyordum. Fısıltının anlamı buydu sanırım. Beni geçmişimle yüzleştiriyordu. Bu sefer ölmeyecek, izin vermeyeceğim. Görünmez duvarları aşacağım, iradem bunun için yeterli güveni veriyor. Karda zor koşuyla kovalıyorum kızımı. Kaybettiğim biricik kızımı. Nefesim daralmaya başladı, engel olmasına izin vermeyeceğim. Derin nefesler alarak kızıma doğru yaklaştığımı hissediyorum. Bu kadar kolay olmayacaktı. Engeller yere düşmemi sağladı, kafamı ileriye doğru kaldırdım. Kızım bana dönmüştü. Gözlerimin içine bakarak ağlıyordu. Buna engel olacağım. Kalktım ve yanına doğru yaklaştım. "Neden başarısızlığımı üstüme yıktın baba, içim acıdı." "Özür dilerim Elise, özür dilerim! Bilseydim kılına zarar geleceğini asla gitmezdim." çok pişman olduğumu ne kadar dillendirmem gerekiyor Ölüm! Asla onu geride bırakmayacaktım, soğuk kışın onu öldüreceğini bilemezdim! "Bizi terk ettin baba. İlk önce annem intihar etti, sonrasında da beni ölüme bıraktın. Ölüm beni kucakladı.". Hayır hayır. HAYIR! Bunu reddediyorum. Asla terk etmedim, sadece zamanı hızlı kullanmak istemiştim. "Beni neden yanına almadın o zaman, inkar etme artık baba! Beni hiçbir zaman sevmedin, annemin kopyası olarak gördün!". Test ediliyordum, anlıyorum! Girdiğim son test bu. Kızımı sırtıma aldım ve onun mezarlığını tamamlayacaktım anlamıştım. "Sıkı tutun Elise, son bir hatıramız olsun. İyi ayrılmak istiyorum." kelimelerimi dinliyor olacaktı ki sımsıkı sarıldı. Taşları diziyordum tek tek, kenarda duran çiçekleri üstüne yığdım ve tamamlanmıştı. "Ölüm duy sesimi! Son bir kez kızımla iyi bir an geçirmek istiyorum." çağrımı ölüm duymuştu. Kızım sırtımdan indi ve taşların üstünde gülümsedi. "Tüm babalar çocuklarıyla gömülmeli. Sonsuza kadar yaşamak için." "Elise?". Artık anlamıştım. Ölüm kalbimi çoktan sökmüştü. Kızım gözümden yok oldu ve elbisesi taşların üzerine yapıştı. Esintili soğuk sırtıma yapışmış tüm vücudumu ele geçirmişti. Demek ki kızım, ona bağırıp gittiğimden beri bu soğukla beni beklemiş, ölmüştü. Şimdi anlıyorum. Ölüm ortaya çıktı "Soğuk acımasızdır oduncu. Geçmişini silemezsin, unutmayı tercih ettin ama son anın geçmişinden bir parça olacak.". Tüm vücudum hareketsiz kalmış sadece gözlerimle olan biteni izliyordum. Sağımdaki mezarlıkta intihar etmiş bir adam yatıyordu, gözlerinde yıldızlar parlıyordu. Ötekisinde bir kadın vardı. Anlamak çok güç, burada yıllardır yaşıyordum fakat mezarlık hiçbir zaman var olmamıştı. "Var olmadı oduncu. Burası çok sevdiğim bir dostumun anısını yaşatmak için var olmuş bir yer. Görülmüş en vahşi savaşçı, en duygusal babaydı kendisi." "Dostunun ölümünü de kendin getirdin öyleyse Ölüm?" "Evet oduncu, ona son dansını yaşattım ve farkına varmadan gülerek öldü." "Her baba, çocuğuyla gömülmeli. Anlıyorum şimdi. Katil bendim, soğuk ise silahım. Emri veren ise sen oldun. Anlıyorum şimdi Ölüm. Bu bana çok acı veriyor. Karım, kızım ve kendim. Soğuk hayatıma dair her şeyi aldı." beni dinlemekten vazgeçen Ölüm ağacın yukarısına yükseldi ve son ses kemanını çaldı. Bu keman gözlerimi yavaşça kapatıyordu. Son bir fısıltıyla uyuyordum artık "Seni seviyorum babacığım, seni affediyorum."