Herkesin hayatında en az bir kere gördüğüne emin olduğum bu freskin genel bilgilerinin ardından, çarpıcı bulduğum detaylara ve özellikle etrafı meleklerle sarılmış olan Tanrı figürünün içinde bulunduğu pelerine değinerek ve bilimsel devrime çağrışımda bulunarak kendi düşüncelerimi aktarmak istiyorum.


Vatikan’da, Sistine Şapeli’nin tavanında, Hristiyanlığın kutsal kitabı Kitab-ı Mukaddes’te yer alan Yaratılış (Tekvin) bölümünü yansıtan bir fresk serisi bulunmaktadır. Sanatçımız tarafından özenle resmedilen fresklerin arasında, 1511 yılında yapıldığı tahmin edilen Adem’in Yaratılışı yer almaktadır. Michelangelo’ya bu emir Papa II. Julius tarafından verilmiştir. Her ne kadar kendisi başlarda bunu reddetmiş olsa da daha sonra bu emri yerine getirmeyi kabul etmiştir.


Tekvin 1:26

Tanrı, "İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım" dedi, "Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun."


Hazırlamış olduğum fotoğrafın üst sol kısmında freskin bütün hali yer almakta. Gördüğünüz gibi, sol alt köşede soluk bir yeşilliğin üstünde Adem, sağ üst köşede ise beyin şeklini andıran kırmızı bir pelerinle ve etrafı meleklerle sarılı Tanrı resmedilmiş durumda. İlk bakışta da fark edebileceğimiz gibi, freski çaprazlamasına ikiye böldüğümüzde, Adem ile Tanrı’nın simetrik bir şekilde konulduğunu kolaylıkla görebiliriz. Adem’in üzerinde bulunduğu yeşilliğin ve bir ırmağı andıran maviliğin solukluğu, tüm doğanın ancak Adem’in yaratılışıyla canlanacağını simgelemektedir. Buna ilişkin yukarıda alıntıladığım Tekvin kesitinin son kısmını hatırlatmakta fayda var: "Yeryüzünün tümüne egemen olsun".


Bu freskin en belirgin noktası, tam ortasında bulunan ve dünyaca ünlü olan, Adem ile Tanrı’nın ellerinin değmek üzere oldukları karedir.* Michelangelo’nun, Sandro Botticelli’nin 'Cestello Annunciation' isimli tablosundan esinlenerek ellere bu pozisyonu verdiği düşünülüyor. Parmakların birbirine değmeye çok yakın olmalarına rağmen değmemeleri kişide bir merak ve heyecan uyandırarak o anı ölümsüzleştiriyor. Kimi yorumculara göre, gerçekleşmeyen bu temas aslında ilahi mükemmelliğinin insanoğlu tarafından ulaşılmaz olduğunu yansıtmaktadır.


Daha önce de belirttiğim gibi çaprazlamasına bir simetri var. Adem genç ve dinç bir görüntüyle soluk bir alanın üstündeyken, Tanrı yaşlı bir görüntüyle beyin gibi canlı bir organın içinde yer almakta. Peki ya bu bir kiyazmaysa? Tanrı Adem’in yaratılışıyla tüm doğayı canlandırdı ve Adem kendisini diğer yaratıklardan ayırt eden düşünme kabiliyetinin ona bahşettiği özgür iradesini kullanarak Tanrı’nın varlığını gözlemleyerek kabul etti.


Michelangelo Buonarotti, İtalyan Rönesans’ının en önemli isimleri arasında yer alıyor. Bu yükseliş döneminde anatomi ile yakından ilgilenen, heykellerinde ve resimlerinde insan suretini özenle detaylandıran sanatçımız Adem’in Yaratılışı freskinde de ne Adem’de ne Tanrı’da tarzını eksik etmiyor.

Tekvin kesitin ilk kısmında Tanrı’nın insanı kendi suretinde, kendine benzer yarattığına değinilmesi insan vücudunun kusursuzluğunu ve yaratılanların arasında en mükemmeli olduğunu vurgulamakta.


1500 yılları, Rönesans’ın hayata epeyce yerleşmiş olduğu ve insanların bilimsel devrime doğru ilerledikleri bir dönemdir. İnsanlar bilimsel kaynak olarak İncil'i kullanır, kutsal kitaplarında yazanları inceleyerek doğanın sunduğu düzeni anlamlandırırlardı. Daha sonrasında bu algının değişmesiyle nihayet batı halkı bilimsel devrime 1600 yıllarının sonunda ulaştı. Doğayı İncil’de yazanlara göre değil, İncil’de yazanları doğayı gözlemleyerek yorumlamaya başladılar. Tartışmasız bunun en iyi örneği Michelangelo’dan yaklaşık yüz yıl sonra gelen Galileo’dur. Teleskopun icadı sayesinde, Hristiyanlar tarafından şiddetle desteklenen Geosantrizm görüşünü yerle bir eden Kopernik Günmerkezliliğini ispatlayabilmiştir. Buna rağmen Günmerkezlilik modeli dinciler tarafından reddedildi. Bunun sebebi Kutsal Kitap’da insanoğlunun her şeye egemen olduğunu yazmasıyla dünyanın evrenin ortasında olduğu ve diğer gezegenlerin onun etrafında döndüğü sonucuna varmalarıydı. Galileo’nun savunmaları dine aykırı sayıldığı için bu modeli anlattığı Diyalog** eseri önce sansürlenerek yasaklandı, daha sonrasında da hakkında idama karar verildi. Peki bunları neden anlatıyorum? Galileo’nun Diyalog kitabında ve bir çok mektubunda göstermeye çalıştığı şuydu; insan, gözüyle bakarak ve aklını kullanarak elde ettiği bilimsel keşiflerle İncili yorumlayacak sonuçlara varmalı. Cristina di Lorena’ya yazdığı bir mektubunda aklın doğayı ve bilimi araştırmak ve anlamak için Tanrı’nın bir hediyesi olduğunu savunmuş, "İncil gökyüzünün nasıl gittiğini değil, gökyüzüne nasıl gidildiğini öğretiyor" yazmıştır. Gelelim asıl konumuza; Michelangelo’nun Adem’in Yaratılışı freskindeki Tanrı figürünün etrafını saran beyin şekline benzeyen kırmızı pelerine dikkatinizi çekmek isterim. Bu detay tam da Galileo’nun anlatmak istediklerini yansıtıyor olabilir mi? Tanrı’nın bir beyin şeklinin tam da içinde resmedilmesinin sebebi budur diye düşünüyorum. "Doğayı gözlemle, aklını kullanarak düşün. Bilimi incele, içine girecek kadar deş ve Tanrı’nın varlığını gör" demeye çalışıyor olabilir mi? Ayrıca ellerde gerçekleşmeyen temasın ilahi mükemmelliğinin insanoğlu tarafından ulaşılmaz olduğunu yansıttığını varsayacak olursak, Adem’in beyin şeklinin içinde bulunan Tanrı’ya uzanması mükemmelliğe ancak aklını kullanarak erişebileceğine dair bir gönderme olabilir mi?


Bazı yorumcular Michelangelo’nun anatomiye olan ilgisinden dolayı bir tesadüf olduğunu söylerken, kimileri ateist olduğundan Tanrı’nın varlığının sadece insanın kafasında oluşturduğu bir kurgu olduğunu göstermeye çalıştığını savunmakta. Fakat ben bütün toplumdan sadece bir bireyin kişiliğini değil de, kendisinin yaşadığı çağın öncesinde ve sonrasında gelen toplumların zihniyetini vurgulamak istediğim için bu bilimsel bağdaştırmaları yaptım.


Gördüğünüz gibi bu fresk popüler kültürün ısrarla yoğunlaştığı, birbirine değmek üzere olan ellerden ibaret değil. Bunun gibi bir çok sanat eserinin toplum tarafından anlamı göz ardı edilerek basitleştirilmesiyle, sahiden bir anlam içermeyen ve sırf estetik görünen bir çok yetenek sanattan sayılıyor. 1500 yıllarında ve daha gerisinde, bilginin kolayca erişilebilir olmadığı bir dönemde böylesine derin izler bırakabilen gerçek sanatçılar varken, bugün hiçbir anlam içermeden sadece teknikten, başarıdan ve yetenekten ibaret olan, hayal gücünden yoksun bir çok insanın üretimini sanat olarak sıfatlandırırken bir daha düşünün derim.


Echtopia





* Fotoğrafta da tam ortada bulunan kare

** İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog, 1632 yılında imprimatur’u, yani kilise tarafından verilen basım iznini kazanmasına rağmen aynı yılın temmuz ayında sansürleniyor.