İsim vermek; olayın, kişinin oluş anına ya da öncesine dayanarak anlamlandırılmaya çalışılan önemli bir şey olmuştur insanlık için. Hikâyelerin bıraktığı iz sadece histe kalmayıp somuta dönüşerek bir şekilde bir mekana, bir semte bir dağa, bir şehre, kimi zamansa bir insana ad oluvermiştir. Ama çoğu zaman o ad neden o addır? Merak etmeden, öğrenmeden sadece kullanırız bu adları.

Mesela İstanbul’da Eyüpsultan diye bir ilçe vardır ama neden öyledir adı? Kim bu Eyüpsultan ki adı hala her gün birilerinin dilinde, bilmeyiz.

Ya da Hasan Dağı. Neden adı Hasan’dır? Hasan Arapça güzel olan, hoş olan anlamına gelmektedir. Tabii ki insanlar şu an Aksaray ve Niğde il sınırları içinde olan 3268 metre yükseklikteki pasif yanardağa güzel ve hoş gözüktüğü için Hasan Dağı adını vermediler. Bu kadar uzun yıllar boyudur da bu isim kullanıldığına göre bu uzun yıllara deyecek tesirde bir hikayesi olmalı bu ismin.

Pek çok rivayetle ve hikaye ile anlatılıp yazılmasına rağmen kesin olarak bilemesek de bu ismin veriliş hikayesini, Yaşar Kemal’in romanında geçen hikayelerden bir tanesi çok ilginç. 

Rivayet odur ki: Padişah Eyüboğlu Salahattin, armağanı eylemişti Hasan Bey'e kutsal kılıcını. Bu kılıç onun elinde Kudüs'ü, Şam’ı, Şerif’i korumuştu demir donlu, boyunlarında haç asılılardan. Ve kutsal beldeler uğuruna şehit düşmüştü. Bir sabah uykudan yorgun uyanan Eyüboğlu Salahattin Padişah, Hasan Bey'i yanına çağırmış ve “Şu doğan güneşin, balkıyan ışığın, dönen çarkıfeleğin, çölün, kutsal Kudüs'ün, bereketli toprağın, yeşil çimenlerin yüzü suyu aşkına! Bu kılıç bundan sonra senin elinde o demir donlara karşı savaşacak, kimseye de teslim olmayacaktır. Al kılıcı, al askerlerini, ko git günün battığı yere.” demiş. Hasan Bey de kutsal kılıcı eline almış ve yarenlerine, “Haydin gazaya!” demiş, “İş başa düştü, Anadolu’na, Rum toprağına gidelim.”

Konya ovasında demir donlu, boğazlarında haçlar asılı uzun kılıçlarla karşılaşmışlar. Gelenler kalabalıkmış. Demir donlular deniz kadar ışıltılar, şangırtılar içinde, Hasan Bey'in ordusu azlık, öbürleri onun otuz katı…

Kıyasıya bir cenk başlamış Konya Ovası’nda. O gün Hasan Bey'in on beş bin kişisinden on bini gitmiş. Konya ovasında kartallar, kuzgunlar insan etine doymuşlar. Ertesi gün Hasan Bey'in ordusunun geriye kalanları da kırılmış. Hasan Bey kırk kişisi ile arkalarındaki alımlı daha sığınmış. Düşmanlar kalabalık, dört bir yanından ulu, sivri, görkemli dağı kuşatmışlar. Hasan Bey gün akşam oluncaya kadar bu dağı karıncalar gibi sarmış, demir donlular ile dövüşmüş, düğün kavuşunca da dağın doruğunda üç kişi kalmışlar. Doruğa gür bir ateş yakıp dinlenmeye geçmişler. Yaktıkları ateşin ışığı bütün ovayı aydınlatmış. Sabah açılmış Hasan Bey düşman ordusunun içine, koyun sürüsüne dalan bir kurt gibi dalmış. Düşmanlar onu sağa yakalamak istiyorlarmış. Hasan Bey, üç arkadaşı ile tam öğleüstü şehit düşmüş. Düşmanlar sevinçlerinden bağırmışlar. Komutanları, “Onun kılıcını bulun bana!” diye buyurmuş. “Bizim kökümüz o, kılıç kesti, ocağımızı söndürdü.” Kılıcı aramışlar taramışlar, yok. Geriye dönmüşler, komutana hal keyfiyet böyle böyle demişler. Komutan da “Bunda bir iş var, amanın kılıcı bulamadınızsa Hasan Bey'in ölüsünü bulunda kellesini kesin.” demiş. Demir donlular varmışlar ki ölüler de yok.

Ertesi gün köylüler gelmişler, bakmışlar ki kırk ölü de yan yana uzanmışlar, dudaklarında gülümsemeler, hiçbir yerinde en küçük bir kan damlası yok, yatar dururlar derin uykularda. Onları yıkamışlar, ak kefenlere sararak gömmüşler. Bir de görmüşler ki ne görsünler, Hasan Beyin kılıcı gelmiş, mezar baş ucunda dikilip kıyama durmuş. Kılıcı almak istemişler, el uzatmışlar, köylüler el uzatır uzatmaz kılıç çekilmiş, yerin altına girmiş. Onlar çekilince gene yerin altından ağır ağır çıkmış, gene kıyama durmuş. Ötekiler kılıcı ne kadar oradan almak istemişlerse kılıç onlara teslim olmamış. Bu sırada bir er peydah olmuş, “Destur!” diye bağırmış. “Destur Ümmeti Muhammed, bu kılıcı buradan hiç kimse koparıp alamaz. Vakta ki Hasan Bey'in soyundan bir er buraya gele, bu dağa çıka, adı da Hasan ola, ancak o er Hasan Bey'in kutsal kılıcını yerinden ala… Ondan bu yana, o kılıcı yerinden koparmaya hiçbir er muktedir olmaya…”

Aradan yıllar, yüzyıllar geçmiş, o kılıç orada… Hasan Bey'in onun yiğitlerinin başında türbedarlık yapmış bir kırkgöz ocağına Hasan adında bir pir gelinceye kadar… Pir günlerden bir gün 17'sinde Tuvana gibi delikanlı imiş, dağa yürümüş, Hasan Bey dedesinin türbesine gelmiş ve kılıcı görmüş. Ürküntüsünden oraya yaklaşamamış. Kılıçtır, ona doğru yürümüş, kabzasını delikanlının eline vermiş. O da almış, onu ocağa getirmiş.

O günden sonra o dağın adı Hasan Dağı olmuş. Ve o gün bugündür güneş her sabah doğduğunda Hasan Dağı'nın doruğuna gelir, orada bir sürü oturur, ardından da göğe yükselir.

Olayların aslını hiçbir zaman kesin olarak bilemeyecek olsak da bu tür hikayelerle beslenmeye devam edeceğimiz kesin.