Film, izleyenlerin kiminde kendi çocukluk anılarından parçaları gözlerinin önüne getirirken, kimilerine ise "Dümdüz film işte" yorumu yaptırsa da bence asıl büyüsü her iki yorumu da yapabilmemizi sağlamaktan geçiyor.
**
90'lı yıllara gittiğimiz filmde İskoçya'dan Türkiye'ye tatil için gelen baba-kız Calum ve Sophie'yi izliyoruz. Film analog bir makinenin kaydı ve ardından ölümsüzleştirilmiş birçok anı parçasıyla başlayıp, tatilin ilk dakikalarından itibaren bizi içine çekiyor. Enerjisi ve masumiyetiyle insanın yüzünde her daim bir gülümseme oluşturan küçük kız çocuğu ve depresyonu içten içe onu yemeye devam etse de gülümsemesini yüzünde tutmaya çalışan, kızıyla geçirebildiği bu kısıtlı zamanı dolu dolu geçirmeye özen gösteren ve her anlarını eğlenceli hale getirmek için çabalayan bu genç babayı izlerken farklı duygulara girip çıkıyoruz. İkili, bize kimi zaman sıcacık bir baba-kız ilişkisi çizerken, bir anda melankolik bir moda da sokabiliyor. Calum, çok genç yaşta ebeveynlikle tanışsa da kızını seven ve her durumda onun yanında olacağını sık sık dile getiren anlayışlı ve destekleyici bir profil olmayı kendi özelinde başarabilmiş gibi duruyor. Özellikle tatilin son zamanlarındayken Sophie'ye "İstediğin her yerde yaşayabilirsin. İstediğin kişi olabilirsin. Hala vaktin var." konuşmasını yaptığı sahnenin duygu yükünü çok derinden hissetmiştim.
**
Aslında film boyunca izlediğimiz her şeyin bir baba-kız tatiline bakış değil de, yetişkin Sophie'nin anıları olduğunu anlıyoruz. Bu noktada Feyyaz Yiğit'in "Gibi" dizisindeki repliği zihnimde yankılanıyor: "Hiç bir zaman insanın kafasında böyle yekpare kristal top gibi parlayan tek bir düşünce olmuyor." Evet. Anılarımız da bu şekilde değil mi? Hiçbiri yekpare kristal top gibi capcanlı ve bütün haliyle zihnimizde kalamıyor. Mutlaka unuttuğumuz, yeniden kurguladığımız ya da ekleme yaptığımız parçalar oluyor. Hal böyleyken bu durum Sophie için de geçerli olamaz mı? Eğer bu şekilde yaklaşırsak izlediklerimizin ne kadarı gerçekten yaşandı, ne kadarını Sophie'nin hatırlamak istediği şekilde izledik bilemesek de bunun pek de bir önemi kalmıyor. Çünkü Sophie bize ne verdiyse ona inanmak durumundayız. Ayriyetten filmin içindeki küçük mesajları ve sonunu düşününce bu tatilin Calum ve Sophie'nin birlikte çıktıkları son tatil olduğuna dair izleyici yorumları mevcut. Bunun kesin olduğuna dair bir kanıtımız olmasa da bize verilen açık kapı bu yorumu yapmamızı sağlayabiliyor. Yine de bunun böyle olmadığına inanmayı tercih edip kendiniz de bir son yazabilirsiniz.
**
Aftersun, Charlotte Wells'in ilk uzun metrajlı filmi olmasının yanında otobiyografik nitelikte olması da filmdeki duyguları yoğunlaştırıyor. Filmin Türkiye'de çekilmesi detayı bana ayrı bir keyif verdi doğrusu. Tatilin son akşamı arka planda çalan Candan Erçetin'in Gamsız Hayat şarkısı hem Calum hem de yetişkin Sophie için çok uygun bir seçim olmuş. Şarkıyı Charlotte Wells kendisi mi keşfetti yoksa birinin önerisiyle mi bu şarkıyı kullandılar bilmiyorum ama çok yerinde bir karar olduğunu söyleyebilirim. Film, ağır akışıyla bazı izleyicileri yorabilir ancak ben zaten paldır küldür bir şey beklemiyordum. Bu noktada beklediğimi veren güzel bir yapımdı.
**
İyi seyirler.
N.T. 🌼