Aftersun, 2022 Cannes Film Festivali‘nin en çok ilgi gören filmlerinden biri olmayı başarmış, İskoç yönetmen Charlotte Wells‘in ilk uzun metrajı olarak karşımıza çıkan bir yapım olarak dikkat çekiyor. Şimdiye kadar üzerine çokça konuşulan bu minimal geçmiş portresi, beğenildiği kadar olumsuz yorumların da odak noktasında yer aldı. Genel anlamda üzerine yazılacak bir film olduğunu düşünmesem de, sırf çok konuşulduğundan ve tartışmaların odak noktasında yer aldığından Aftersun hakkında yazma gereği hissettim.


Konu ve Karakter Özellikleri


Türkiye’deki bir sahil kasabasında geçen film, bekar bir baba olan 30 yaşındaki Calum’un, 11 yaşındaki kızı Sophie’yle beraber geçirdikleri tatil üzerinden, ‘bellek, anı, hatıra’ anlatısına sahip bir yapım olarak bizleri selamlıyor. Calum, klasik bir baba figüründen öte, geçmişinin boşluklarını dolduramayan ve varoluş sıkıntıları çeken bir karakter. Sophie ise olgunlaşmanın ilk aşamalarında bir yaşam süren, farkındalık sahibi ve iyi bir gözlemci kabiliyeti olan bir çocuk. Calum’un ne kadar çabalasa da saklayamadığı ve zaman zaman da öfkeye dönüşen hüznü, varlığındaki boşlukları doldurmak için mutluluk maskesi takmaya çalışması, insan olarak da babalık olarak olamamışlık hissi, bu karakterin en belirgin özelliği olarak karşımızda duruyor. Sophie’de ise saf bir çocukluk halinin yanında, meraklı bakışlarının arkasına sakladığı derin bir olgunluk yer alıyor. Film aslında Sophie’nin anılarını hatırlama çabasının bir ürünü. Tüm film boyunca Sophie’nin, babasıyla geçirdiği Türkiye tatilini anımsamaya çalışmasını izliyoruz. Bu biraz sıcak biraz soğuk baba-kız ilişkisi, geçmişin fluluğunda kaybolmaya yüz tutmaya yaklaşmışken, Sophie tarafından yeniden canlı tutuluyor. Evet, her şey yaşandığı gibi değil, hatırlandığı gibidir.


Genel Eleştiri


MUBİ’ye gelmeden önce hakkında ‘yılın en iyi filmi’ nitelendirilmesi yapılan Aftersun, elbette ki sinemaseverlerin dikkatini bir anda üstüne çekmeyi başardı. İzleyenlerin bir kısmı filmden övgüyle söz ederken, bir kısım izleyiciler de filmin bu kadar büyütülmesini gereksiz bir abartı olarak değerlendirdi. Ben de filmin gereğinden fazla abartıldığını düşünenlerdenim. ‘İzlenmemeli, zaman kaybı’ demiyorum. Film iyi bir senaryoya ve alt metne sahip. Kesinlikle izlemek isteyenler izlesin ancak büyük bir beklentiyle izleyenler tıpkı benim gibi hüsrana uğrayabilir. Şimdi filmimizi hem övmenin hem de yermenin zamanı, buyurunuz…


Oldukça sade, sakin ve basit bir anlatıya sahip olan Aftersun filmi, minimal üslubuyla dikkatleri üzerine topluyor. Yönetmen, bu anlatı çerçevesinde, sinema ekseninde başarılı olmuş ancak filmde, izleyiciyi ekrana bağlamaktan uzak, yavan bir ilerleyiş mevcut. Sinemal dil açısından başarılı bir tutarlılık söz konusu olsa da iyi bir filmin, izleyiciyi derinden sarsması gerektiğini düşünenlerdenim.


Senaryo bağlamında da filmden övgüyle bahsetmek söz konusu. ‘Hatırlama, anımsama’ eylemine odaklanmış bir film olduğundan iyi işlenmiş bir senaryodan söz etmek mümkün. Peki sizce ‘hatırlama’ eylemi sinema ekranında nasıl vücut bulur? Yönetmen burada gerçekten müthiş iş çıkarmış. Filmde bazı bölümlerde karakterler anıları kaydetmek için polaroid fotoğraflar ve video kamera kullanıyor. Bu durum elbette ki anıları parça parça da olsa kaydetmek ve hatırlamak açısından olağan bir durum. Ancak bazen kayıt esnasında kameranın piksel piksel oluşu, zihnimizdeki bir olayı anımsama eylemine nazire yapıyor adeta. Ayrıca yine kayıt esnasında zaman zaman araya bir gürültü, bir ses giriyor ve kayıt yine bölünüyor. Yani kamera kayıtlarındaki kesilmeler, kayıt sırasında kamerada çıkan piksel sorunları, geçmişte yaşadığımız bir olayı anımsamaya çalışırken zihnimizin o anıyı bir türlü tam olarak bütünleştirememesini ve araya sürekli boşluklar koymasını tasvir ediyor. Geçmişte yaşadığımız bir anı, zihnimizde her zaman parça parçadır. Hiçbir anıyı bir bütün halinde anımsayamayız. Filmin kamera kaydıyla başlayıp kamera kaydıyla bitmesi de, bir olayı tam olarak anımsayamama kaygısının göstergesi olarak karşımızda duruyor.


Ayrıca yönetmenin bir diğer başarılı kurgusu da filmin arasına yerleştirdiği disko sahneleri var. Bir dans pistini andıran bu sahnelerde, Sophie’nin ve babasının da bulunduğu insan kalabalıklarının dans ettiğini görüyoruz. Bu ortam aslında Sophie’nin kendi belleğidir. Geçmişte yapmak isteyip de yapamadıklarını, dolduramadığı boşlukları doldurmak istediği bir arzu alemi de diyebiliriz buna. Kendi tatmin dünyası yani. Bu sahnelerde, bir disko ortamını andırırcasına ışıklar sürekli olarak yanıp sönüyor. Sophie de gözleriyle sürekli babasını arıyor. Babasını görünce gözlerini ondan ayırmıyor. Bu anlarda ışıkların sürekli olarak yanıp sönmesi, yine anıların bir bütün olarak hatırlanamayacağına işaret ediyor. Hatırlanma eylemi sırasında yaşanan eksik hatırlamaya dikkat çekiyor.


İzleyiciyi duygu dünyasına çeken bir film olsa da tam olarak sarıp sarmalayamayan, İzleyiciyi filme ‘yeterince’ dahil edemeyen bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Filmin insandaki farklı duyguları harekete geçirecek bir kaygısı olduğunu düşünmüyorum. Tam olarak, sadece ‘hatırlama’ eylemine odaklanmış bir film olduğunu düşünüyorum. Yaşınız ilerlemiştir, geçmişte yaşadığınız bir anı sebepsizce özlemişsinizdir, bu anı bölük pörçük hatırlarsınız ancak içinizde sizi yeterince hüzünlendirmeyecek kadar da bir olgunluk vardır. O an, bir anlık özlense de siz artık bu anı yaşamaktasınız. Bu bilinçle, o bir anlık özlem içeren anıyı flu bir şekilde hatırlasanız da biraz sonra içerisinde bulunduğunuz anı yaşamaya devam edersiniz. Aftersun da tam olarak böyle bir film. Tüm bunların yanında can yakıcı nostaljik bir havası da yok. Geçmişini arayan ve geçmişe saplanıp kalmış bir Sophie yok karşımızda. Sophie babasına özlem duysa da bu durum hayatının geri kalanını etkilemiyor. Bu açıdan izleyicinin izlerken hüzünleneceği bir durum da yok. Sophie, bir noktada hayatın bir şekilde aktığını, zamanın her şeye rağmen geçtiğini kabullenmiş bir tavır ortaya koyuyor. Benim için filmin ilgi çekici yanları, yönetmenin hatırlama eylemini gerçekten iyi bir şekilde sinema perdesine dökmesi ve filmin Türkiye’de geçmesi oldu.


Karakter odaklı ilerleyen Aftersun, karakterlerin bir dönüşüm yaşaması kaygısı gütmüyor. Depresyonda olan, tamamlanamamışlık hissi yaşayan, geçmişten beri silik bir görüntü çizen ve tüm bunlara rağmen ayakta kalmaya çalışan Calum ile, babasıyla bağlarını kuvvetlendirmeye çalışan ancak bir yandan da hayatın olağan seyrinin farkında olan Sophie üzerinden ilerleyen Aftersun, dokunsallığın ön plana çıktığı, net bir aile temeline oturtulamayan baba-kız ilişkisinin olduğu ve varoluş açısından tamamlanamamanın belirginleştiği bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. İzlemeyin demiyorum ancak çok şey bekleyerek de izlemeyin. Yönetmenin bazı noktalardaki anlatı tarzı, senaryo ve diyalogların iyi yazılmış olması filmi bir noktada güçlü kılıyor. Bizim gibi nostalji aşığı bir toplumun bu filme hasta olmasını anlayamasam da ilgilisinin sevebileceği bir yapım. Filmi tek bir cümleyle anlatacak olursam; ‘’Geçmiş, yaşanan değil; hatırlanandır.’’