Hazandan kalma soğukluğuyla bir Mayıs günüydü. Bahar gelmiş diyorlardı ya, sağanak yağışlı bir yanılgı vurdu ama bizi, baharları karıştırdılar herhalde. Yenice kıyafetlerim vardı oysa bayram gelmiş gibi... Bayram gelmiş gibi bir edayla üstüme geçirip gelecektim yanınıza, olmadı... Olsun. Kıyafetlerin önemi gerisin geriye çekildi, şarkıları duyduğumuz ilk anda. Şarkılar unutulmaz bir anı fısıldar gibi çalınıyordu öyle değil mi? Öyle bir andı ki sanki çiçek, kitabımın sayfaları arasında saklamak geliyordu içimden.

 

Fezada yıldızlar ışıl ışıldı o gece. Kalbi kırılmadan doğmuştu ay. Yamacımda siluetiniz, kalbim çalkanıp durmuştu size baktıkça. Dibe çökmüş ne varsa yeniden çıkmıştı yüzeye. Bir tek kasetler kalmıştı hâlâ eski alaturka. Gecenin sonunda dayanamamış, gülücüklerimle sarılmıştım size. Evvelde rüyamda görmüştüm bu sarılmayı, nasıl göz ardı edebilirdim ki... Ne yapmalıydım bilmiyorum, içimden böylesi kopmuştu.

 

Masallar ne için yazılır diye çok düşündüm. En sonunda bir karar verdim ama bu kararı da bozdum, çok sürmedi. Hatta oracıkta bir masal tutuşturdum kaleme. Camdan pabuçlar koymadım ayağıma, doğrudan mutlu sona doğru döküldü kelimelerim. Sizce ne demekti masallar. Yoksa mana yüklemek istemeyecek misiniz? Pekâlâ. Masallar yalnızlığın sesiydi, siz sessizliktiniz...

 

Sonra haziran geldi. Gittiniz. Sessizliğin sesi çınladı bazı geceler uykularımda. Uyandım. Kokulu mum koydum fenerime. Ben ne zaman dilek dilesem, kokulu bir mum yakardım. Tercihen elma kokulu. Dileklerim mordan bir menekşe suretinde kaldı odamda. Siz dönünceye soldu, göremediniz. Keşke görseydiniz, nasıl güzeldi o dilek.

 

Sonra eylül geldi. Döndünüz. Ölçüsüz yaşadık bir süre. Ölçüsüz yaşamak tam bize göreydi, size göre. Belirsizlik güzeldi. Güzeldi de ben çok beceremedim sanıyorum. Şimdi dürüst olmam gerekirse pek de güzel değilmiş. Kesinlik daha güzel, bana göre. Ama sonra belirsizlik de kalmadı, kesinlik de. İçimde bir ağaçtınız siz ne yeşeriyordunuz ne de sökülüyordunuz. Hele de bu mevsimlerde...

 

Kasım da gelmişti işte. Henüz sarmamıştı soba kokusu dört bir yanı. Patikler unutulmuştu çekmece köşelerinde, yamanmayı bekleyen yanları hala öksüzce… Yalnızlığın kokusu sinmişti sanki üzerlerine. Aylardan kasımdı, mevsimlerden hazandı ve henüz gelmemişti kış ancak Ankara'da kar vardı. Kışlıkları çıkartmıştım hemen dolaptan, tenimi ısıtması zor bilirsiniz. Soğuk tenimin size değmesini istemedim. Ürperirdiniz...

 

Kış gelmeden ben gittim. Geriye mevsimsizlik kaldı. Havalar bir ısındı, bir soğudu. Pek önem arz etmedi benim için. Kalbim soğumuştu ta irisime kadar, hava durumunun ne olduğu yüksüzdü. Zaman ya da boşluk yoktu aramızda biliyordum ama yokluğunuz vardı. Ne de çok yadırgadım onu. Sonra alıştım. Siz alışmayı sevmezdiniz, ben ise ona karşı hiçbir duygu beslemezdim. Tanrının sunduğu bazı gerçeklerden biriydi alışmak ve hoşumuza gitsin ya da gitmesin, bizim iyiliğimiz için olduğuna inancım tamdı.

 

Bahar geldi. Bunu iliklerime kadar hissettim. Hüzünbaz bir leylak kokusu doldu ciğerlerime. Sizi özledim. Kimse duymadı bu özlemi. Yaşanmak istenilen bir kürek toprak oldu, geç kalınmış hayatın hayallere gömülüşüne. Ki siz, bir hayat paylaşımı ile içinizi tüketiyordunuz. Kalbiniz boyunda bir kıyıda, başınızı dayamıştınız aşkınıza...

 

Yaz son bulurken hiçbir umudum kalmamıştı. Ebabiller ötmez olmuştu akşamüstleri. Miller uzayıp gidiyordu damarlarımda. Zaman da vardı öyleyse, boşluk da... Hissetmemek için yedi günün yedisi de çalıştım, fazladan mesailer yaparak hatta. Utanmasam başka dükkânlara da yamardım kendimi. Svevo'nun Maria'sını anar olmuştum çokça... Ruhun ne olduğunu bilir, her şeye ruh gözüyle bakar Maria. Sonra dersiz topsuz, sevmeyi unutmuş biri geldi kapıma. Kafasını koydu yumuşak karnıma.

 

Döndünüz. Yeniden hazan geldi. Karnımdaki kafayı yadırgadım önce, sonra sizi. Dönmek mağlup olmaktı da siz mağlup olup dönmüştünüz. Ağladınız, anladım. Siz sessizliktiniz ama sanki tüm sözcükleriniz de kapılıp gitmişti Lethe'nin sularına. Gerçi siz unutmayı severdiniz...

 

Kış gelmişken kapımıza, çürümüş içinizi bir de ben boşalttım. Kof bir ağacı andırır oldunuz. Kar taneleri doldu kovuğunuza. Baharınız eksildi mevsimlerinizden. Kelebekler konamadı bir daha oraya.

 

Şimdi soğuklar da dindi, mayıs geldi yeniden. Karlar eridi. Yine yağmur yağıyor. Üşütüyor beni ama artık soğuk tenimi bacaklarınız arasında ısıtabiliyorum. Ürpermiyorsunuz. Pek de büyük umutlarım, hayallerim yok size karşı. Hele beklentilerim… Ama siz var bilin, yanıltmayacağım sizi. Yeteri kadar yanılttım bizi. Hem ne çıkar ki beni öyle bilseniz? Hiç. Görkemlice kaybettik birbirimizi ve belirsizlikle görkem katıyoruz kaybedişimize yeniden. Belirsizliği, sonsuzluğa bahane ediyoruz. Umarım haklı çıkarsınız. Koca bir yanılsamayla daha nasıl mücadele ederiz bilemiyorum yoksa. Sizin de bilmediğinize eminim. Bilmeyin. Bir şeyleri bilmeye zorlamıyorum artık sizi. Kalbinizden çıkmayacaksa konuşmayın hatta lütfen. Sesinizin gülüşünü alıkoymak istemem. Gülmek, kof bir ağacın çatırdayan dallarının sesi de olsa, mart ayında açan kozalakların böldüğü sessizlikten daha gerçek gelir bana.