Çok yönlü zamansızlıklarda süzülen bedenim yaşamın telaşından her geçen gün bir adım daha geri kalıyordu. Ruhum kenetlendiği çıkmaz sokaklarda bir başına gezinirken; umutla mutluluğa koşacak bir yol arıyordum. İçimde sakinleştirmek istediğim onca duygunun ortasına bastıran hüzünle kendime geldim. Doğarken çok şanslı olmadığım hayatımı güzelleştirmek pahasına sırtıma yükledim, onca yükün altında ezilişim; ayağa kalkacak gücümü benden çalalı çok oldu. Yalnızlığımı saklamaya çalışırken yüzüme kondurduğum sahte gülümsemelerim insanlardan zamanla kaçışıma yenik düşüyordu. Dokunduğum yeri güzelleştirmeye çalıştıkça her şeyi berbat edeceğim hissinden kurtulamıyordum. Elimdeki sihirli değnek zamanla lanetli bir sopaya dönüşmüştü sanki. Adımlarım arkamda belli belirsiz gölgelere karışırken nereye gittiğini bilmediğim bir yola gireli çok olmuştu. Koşmak istediğim yolda emekleyemediğimi fark etmek içime düşen acının ilk kıvılcımıydı ve ben o yolu ağır aksak yürümenin ötesine geçememiştim. Gücüm, varlığım, zihnim, hislerim kontrol altına alamadığım bir mekanizmaya dönüşüyordu. Ne yapacağımı bilmediğim bir korku kaplamıştı içimi, daha güçlü olmam gerekirken daha çok düşmekten korkuyordum. Kendimi aradığım bu yolda beni ben yapan her şeye rastlayıp sırasıyla teşekkür etmeliydim. Çünkü o zaman daha dik bir edayla bu savaştan galip çıkacaktım.