Biraz turladım birkaç gün önce Kadıköy’de. Sevdiğim iki restoran kapanmış, Bahariye’de kiralık tabelası asılmış sürüyle boş dükkan... Bütün o heybetiyle bizleri selamlayan Rexx’i gözlerim arıyor, içimse buruk. Hatıralarım onunla birlikte kaybolmaya başlıyor. İlk sevgilim, ilk hüznüm, ilk gülüşüm, arkadaşlarımla buluşmalarım, festival sonrası sohbetlerim, tanışmalarım, tanışamayışlarım…


Alışamıyorum Kadıköy’ün bu yeni haline. Önceden tanış olduğum yüzler de yok artık. Verilen kafa selamları, yol üstünde edilen sohbetler…. Nereye gitti o insanlar?


Kalabalığın arasında yabancılaşıyorum. Uzaklardan gelen insanlar buranın yerlisi olmuşken ben kendimi öteki gibi hissediyorum.

Kadıköy değişiyor, dönüşüyor ve ben bu değişimin dışında kalıyorum.


Kentler toplumları yaratırken toplumlar da kendi içerisinde yeni toplumlar yaratıyor. Dönüşen mekanlar insanları dönüştürüyor, bu dönüşüme ayak uyduramayanlar ötekileşiyor.


Mekanların dönüşümü ne kentlerin sonu oluyor ne de insan gruplarının. Sadece geçmişin izlerinden kopulup yeni geçmişler yaratılıyor. Böylece her insanın Kadıköy’ü de bir başka oluyor.


Mekanların dönüşümüyle sadece yeni bir geçmiş yaratılmıyor; dönüşen mekanlar aynı zamanda kendi içerisinde küçük Kadıköyler de yaratıyor. Öyle ki kimileri Kadıköy’ü sadece barlardan ibaret sanırken kimileri Kadıköy’ün bir sanat semti olduğunu düşünüyor. Bana göreyse barlar da vardı sanat da vardı ancak artık her ikisi de yozlaştı ve birer kopyadan ibaret oldu.