Kafdağı'nın ardında,
Zümrüdüanka'nın geçtiği yollarda bir yiğit yaşardı,
Bir ayağı Fizan'da
diğeri Sibirya'da,
kızdığında yüreği çarpar,
Yer sallanırdı.
Sagarmatha'nın keşişleri korkardı
Ki o yiğit yanaşmasın yanlarına,
"Öfkesi yeter" derlerdi "karların erimesine,
büyüktür kibri, o koca dağdan ve dahi güneşten bile!"
Bir gün hırslandı,
Duydu ki biri varmış; kız oğlan kız
Bakan gözler kamaşırmış,
Öylesine nurluymuş,
Fakat anlaşılmazmış kızgın olduğunda,
Oğlan mı yoksa kız mı?
Rengi alacalanır,
Gökyüzü koyulaşırmış,
Koyu gri
Şimşekler çakar,
Yıldırımlar raks edermiş.
Meydan okurmuş cümle aleme:
"Benim eteğimin bir yanında kömür,
bir yanında çelik vardır,
Erdemim ikisini de eritir,
Göklerdeki yıldırımlar yardım eder,
Eriyik keskin bir kılıçtır artık,
Can alır yüce Rab için!
Budur bilgeliğim,
Ki ölümüdür cehaletin!"
Düştü yollara yiğit,
Aradı durdu,
Neredeymiş bu meydan okuma,
Daha bir kızgın oldu onu bulamadıkça,
Derken
Yiğidin yüreği dağları titrettiğinde,
Kız oğlan kız anladı dönüşüm zamanıdır,
Yıldırımlarla dans etti,
Bedeni kimlikten arındı
ve eriyik kılıca dönüştü.
Tüm haşmetli kibriyle
meydana çıktığında koca yiğit,
onu gördü ve kamaştı gözleri.
İlk defa yüreğine düşen şeyin adı,
Korkuydu.
Bir ölüm dansıydı sonrası
Yiğit ilk darbeyi yediğinde
Dizlerinin bağı çözüldü önce,
Sonra güvendiği yumrukları açıldı yavaşça,
Sordu:
"Kimsin sen?
Ben ki dağları titretir, göklere sığmazdım,
Kainatın merkeziydim, her şeyin sahibiydim,
Benim içindi denizler, okyanuslar,
Karlı dağlar ve ovalar, nehirler
Hem burada hem ölüler ülkesinde.
Benim içindi nefes,
Diğerleri benim lütfumla yaşardı,
Söyle bana, kimsin?"
Kız oğlan kız yükseldi,
Göğü gösterdi kılıcıyla
şimşekler çakarken,
Konuştu:
"Yüce Rabbim gönlüme erdemi yerleştirdi,
Bu erdem ki her şeyin başlangıcı ve sonu,
Yener senin o çirkin kibrini,
gururunu,
Yaşamak isteyip hep
ölümü unutanı,
Rabbim der ki:
ölümlü içindir bu eriyik,
Alasın onun canını,
Gönderesin Araf'ıma,
Hesabı kesilecek,
Gökyüzü gibi gri değildir ha o gerçek;
Siyah ya da beyazdır..."
Hiddetin rengi dönmüştü artık,
soğuktu; buz gibi,
son sözü deyiverdi kendince:
"Eğil şimdi, teslim ol hakikate!"
Yiğit, gurur ve kibrinin ağır yüküyle
daha şiddetli hissetti utancı,
İlk defa titriyordu sesi:
"Hakikat mi, nedir o?
Kara bir mezar mı,
Ya da ölüp durmaktan sıkılan
Ve cennet yolunda kurtulup bedenlerinden
Yanmak isteyen zavallı ruhların
Varanasili külhancısı mı?
Araf dersin bilirim,
zordur
Cennet ya da Cehennem dururken.
Peki Rabbine göre kibrimin nesi varmış ki
ve hatta gururumun,
Senin erdeminden aşağı kalsın?
Hem hemen tanırım,
erdem dediğin şeyin altında yatan hazzı;
arzulu bir yolun sonundaki günaha dönüşmesi yakındır bilesin!
Kaldı ki Rabbinin marifetidir bunların hepsi!"
"Acıyorum sana" dedi kız oğlan kız,
yıldırımlar düşerken kaldırdı kılıcını,
"Cehaletin gerçekten acınası,
Bilgeliğin kılıcı canını alacaktır,
oyalanmayalım artık gereksiz sözlerde,
ki emanet tez elden kavuşsun hakikate!"
Derken,
Kapkara bir karanlık çöktü,
Öyle kara ki ışık boğuldu gitti,
Yıldırımlar yok oldu,
Yiğit elini kaldırmışken
aman dilemek için,
Bir varlık belirdi,
ne kız oğlan kız bakabildi
ne de yiğit.
Kanatları kırılmış gibi yere düşen kız oğlan kız ağlar oldu:
"Nerede efendimin eriyiği?!
Nasıl olur yıldırımların Rabbi,
Ölüm için bilgelik bahşettiğin ben,
Düşerim bu hallere!
Nasıl olur da bacaklarım güçsüzleşir,
Işığım söner,
Eteğim yok üstüm çıplak,
Nasıl da zayıfım
Doğduğum günkü gibi?"
Varlık dile geldi,
Yanı başındaydı, dili tutulmuş yiğidin
ve hakikatin çıplaklığından utanan kız oğlan kızın.
"Ey hikmeti kendinden sanan kız oğlan kız!
Erdemin körelmiş,
Fark etmemişsin,
Ve üstelik onu haz ile kirletmişsin.
Ve sen adına yiğit denen zavallı
İcabına bakarım senin
Tek bir söz gerekmeksizin.
Bilesiniz Tanrı der ki,
Gökyüzü gibi gri değildir gerçek;
Siyah ve beyazdır!
Budur işte hesabı görülecek!"
Sordular:
"Kimsin sen?"
Varlık fısıldadı:
"Azrail'dir adım,
Artık benim celladı varlığın.
Ve demeli ki
Tragedyasını oynadığınız yaşamda
sonu geldi
Bilgeliğin!"
Hal böyleyken
En hissiz infazda,
Gölgeler arasında saklanan ozan aldı sazı eline,
Lanetlenen şairlerin türküsünü çağırdı,
Sarhoş bir ezgiyle
ve sürükledi hikayeyi,
türlü türlü yerlere:
“Ah!
Yer gök inledi,
Salkım söğüt güzellikler
Arzıendam eyledi.
Bir kuş ıskaladı kelebeği
Ve güneş ışırken,
Parlattı kayıp eriyiği.
Harap halinden sıyrıldı insanlık;
Yaşam devam ederken
Yorum kattı benliğine,
ısırdı ilk lezzeti.
Her bir günah lezzetli,
Ah, birbirinden lezzetli,
Ne Nuh'un gemisi,
Musa'nın asası,
Ne de İsa'nın çarmıhı
ve Muhammed'in hükümdarlığı
söndüremedi
merakı -keşfetmeye meyilli-
Her bir merak kıymetli,
Ah, birbirinden kıymetli,
Savaşları nefsin,
Zulmü tiranlığın,
Karanlığı bağnazlığın
ve riyakarlığı hür dünyanın
bilemez,
umutları tüketmeyi.
Her bir umut kıymetli
Ah, birbirinden kıymetli.
Ey görkemli masumiyet,
Çabuk kirlenir rengin,
Zaten kirlenmezsen
Gereksizdir senin tarifin.
Bir gülücük yenidoğanın ağlamasında.
Ak memelerden süzülen süt,
Ağzının kenarında.
Her şey doğuşun başlangıcında,
Her şey ilk adımda.
Her bir adım kıymetli
Ah, birbirinden kıymetli.
Ah,
"Düşünmek" en çok korkutan zalimi,
öyle ki
Düşman beller düşünen herkesi.
Fikir zikir gerektirir,
Zikir de fikir!
Olmayasın sakın,
Konuşan papağan
Ya da düşünen bir hindi..."
Soluklan bre ozan!
Lanetli şairin şiiri mi sanki
bu kör oyunu bozan?
Elbet her bir fikri zikir kıymetli!
Lakin,
Masal nihayete kavuşurken,
Sormalı;
Azrail bozmuşken denklemi,
Nedir insanlığın illeti?
Cehalet mi yoksa çaresizlik mi?
Her bir canlı
Bilmek ister mi hakikati,
İstese de erer mi aklı?
Öyleyse, demeli ki;
"Boş ver günahı,
Boş ver sevabı,
Her bir arayış kıymetli,
Ah, birbirinden kıymetli!”
K-ADAM
2021-09-27T23:38:20+03:00🙏