Büyüdükçe yitirilen saflığın, bulutlara sevdalanışın, akıp giden; dünlerin, bugünlerin, yarınların... Yeryüzüne sığmayacak bir aşkın, bir sevdanın, bir kavuşmanın hikayesidir: Ahtamar. Ya da bilinen adıyla Akdamar. 

Günümüzde Van ili sınırları içerisinde yer alan Akdamar kilisesi, Türkiye'nin ikinci büyük adası niteliğinde. Bir zamanlar Ermenilere sahiplik yaptığı biliniyor. Ermenice'de: Rstunik olarak biliniyor. 

Akdamar'ı; Selim Temo'nun şiiriyle pelesenk ediyoruz dilimize. Elbette öncesinde ise Ermeni şair Hovhannes Tumanyan ile tanıyoruz Ahtamar'ı.

Bir trajedi örneği sayılabilecek hikayesi/efsanesi var Akdamar'ın.

Hikaye/efsane şöyle rivayet olunuyor:

Vakti zamanında bu adada yaşayan Ermeni Başkeşişin güzeller güzeli Tamar adlı bir kızı vardır. Adanın çevre köylerinde çobanlık yapan bir genç bu kıza aşık olur. Tabii sevdadır; statü, din, dil, kimlik, engel dinlemiyor. Çoban, Tamara ile buluşmak için gece adaya yüzer. Tamar ise gece yerini belli etmek için fenerle bekler. 

Yürekleri aşkla, kavgayla, mücadeleyle geçen iki canan. 

Yürekleri çarpar. Dizginlenmeyecek seviyelere ulaşır, konuşurlar, gözlerce susarlar. Dillerinden düşürmedikleri sevda olur, mücadele olur, umut olur. Gece vaktinde atılan kulaçlarca... 


Tamara, senin güzelliğin olmasa düşer miyim yollara, atar mıyım kulaçları, tepelere doğru koşar mıyım?

Sana olan sevdam, her gün büyümese çıkar mıyım ağaçlara, kırar mıyım kafamı, çizdirir miyim yüzümü?

Ahh, Tamara!

Sen olmasan

Konuşur muyum şu bulutlarla?

Kuşlara selam durur muyum?

Çocuklarla misket oynar mıyım?

El alem ne der? 

- Deli der. 

- Zır deli der. 

- Kafayı yemiş der. 

Bırak desinler

Tamara başka ne mi desinler?

Geceleri aşkla bekliyor desinler.

Kolları kulaç atıp, yorulmak için aşkla yoruluyor desinler. 

Karanlıkta yüzü tanısın deyi, yüzünü kaç defa çizdirdi desinler.

Ahh, Tamara!

Biz ki seninle caiz olmayan aşkların ustasıyız.


Elbette mutluluk nasip olmayacak, kısa sürecektir. Bu tür efsanelerde daima bir çıban çıkar ve olayın tüm gizemini/büyüsünü bozar. Oysa; umut, sevda, kavga, mücadele iki kişi arasında üretilir, büyütülür. Üçüncü bir kişi iyiye yorulmaz. Güle yel değer ve gül solar... Sular birçok şeyi sağladığına göre, Tamara ve Çobanı da saklayabilirdi, koruyabilirdi. 


"Ahh, Tamara!

Niye mi tutuyorum ellerini

niye mi dönüyorum köklerime

sen ki birden çok, çoktan fazla

ve kelimenin birkaç anlamıyla dişi

ve ben tutuşmalıyım Tamara

bir aşk da mutlu bitsin!"


Bir süre sonra durumdan haberdar olan Başkeşiş, fırtınalı bir gecede elinde fenerle adanın kıyısına iner ve sürekli yer değiştirerek, gencin yorulmasına, gücünü yitirmesine ve de boğulmasına neden olur. 

Boğulmadan önce son nefesiyle "Ah Tamar!" diye bağırır. Bunu duyan Tamara ise kendini gölün sularına bırakır.


"yaşam ve ölüm

iki hasım şimdi

iki şüpheli şahıs

her an birisindir

her an ikisi"


Rivayet edilmekte olan ise bundan sonra ada Ahtamara olarak bilinir. Zamanla Akdamar olarak evrilir ve kullanılır. 

Ermeni şair Hovhannes Tumanyan anlatımıyla efsaneleşir. 

Artık efsaneler dinleyerek büyüyen bir nesil yok. Tüketim aşkımız var.

Yeni dünya düzeni her şeyde olduğu gibi sevdaları da tüketmeye, tükettikçe tükenmeye mahkum etti. Sevgiler, sevdalar, kavgalar mücadelenin; birbirinden vererek biz olabilmenin savaşıdır. Bu savaş uğruna soğuk sularda boğulup, yardan düşüp yaren olmaktır. Ne yazık ki yeni nesil bu kavramlardan çok uzakta.  

"Bir sevdayı büyütüyoruz seninle" cümleleri artık çoktan geçti. Daha çok 'bir sevdayı tüketiyoruz seninle' olmakta.