Bazı konular vardır; herkesin fikir sahibi olduğu fakat hiç kimsenin de aslını bilmediği, bilmeye gücünün yetmediği. Birçok beyin fırtınası, münazaralar yapılır; kavgalar oluşur içimizde. İşte tam da öyle bir konudur ahlak. Tanımını yapmalarını istediğinizde her kafadan farklı bir ses çıktığını görürsünüz. İnsanların kendilerince oluşturduğu bazı kavramlar vardır. Bu kavramlar bazen bir topluluğun çoğunluğu tarafından benimsense de hiçbir zaman tam bir fikir birliği sağlanamaz. Hatta öyle zamanlar olur ki insanların kendi ahlak anlayışlarına göre diğerlerini kolayca "ahlaksız" ilan ettiğini görürüz. Nitekim bu yazıyı okuyanlardan da böyle rahatsız edici durumlara düşenler olmuştur. Haydi bu ahlak mitini ve insanların bu mite nasıl tapındıklarını irdeleyelim sizinle. 


Evet, mit diyorum ahlaka ve evet, tapıyor insanlar bu mite. Toplumsal yaşam oluşup yayılmaya devam ettikçe insanlar birbirleriyle yaşadıkları ve kurdukları iletişim vasıtasıyla bazı eylemleri ve söylemleri birtakım gerekçelerle iyi ve kötü olmak üzere sınıflara ayırmıştır. Bu ayrım çoğunlukla subjektiftir. Var oldukları zamandan beri otokontrollerine güvenememeleri sonucu kendilerini zorla "kötü" fiiller yapmaktan kurtaracak, alıkoyacak kurallar arayışında olmuştur insan. Nitekim ahlak mitinin toplumda bu kadar yer edinebilmesinin ve insanların bu mitin nirvanasına ulaşma isteğinin en büyük sebebi, "Ben doğru olanım ve doğru olanı yapıyorum." düşüncesinin insan üzerindeki inanılmaz etkisidir. Var olduğu süre boyunca varlığını anlamlandırmaya çalışan insanın yardımcısıdır bu mit ve onun hissettirdikleri. Özellikle dinî bir inanışa sahip insanlar bu düşünceyle konfor alanlarının etrafına bir zırh döşer. Ölümden sonra yaşama inanan insanlar ise o yaşam hakkında duyduğu kaygıyı büyük ölçüde azaltır, ne de olsa doğru olanı yapıyordur ve inandığı varlık onu er ya da geç ödüllendirecektir. Global açıdan yaklaşacak olursak, insanlar olmaları gerektiği gibi olduklarını düşünüp hissettiklerinde diğer her şeyin de olması gerektiği gibi olduğunu sanırlar ve bu onlara inanılmaz bir rahatlama hissi bahşeder. Bu fikirden aldığı haz ona her şeyi yaptırabilecek güçtedir. Öyle ki fikirler insanlara ihtilaller, savaşlar yaşatmıştır. İnsan doğru bildiği uğruna hem ölür hem de çoğalır. Dikkat ederseniz çoğu inanışta soyların türemesi ve bu inanışların öğretilerek eğitilmesi görevi vardır. Yazar şaşırır ki insanlar büyük bir tutkuyla ve hırsla bu inanışlar için ürer, öldürür ve ölür. İnanılır ki kendileri gibi olanlar arttıkça doğrularının başkaları tarafından değiştirilmesi, yok edilmesi imkansızlaşır. E onlar böyle düşünürken karşı taraf durur; savaşsız, çatışmasız yaşanır mı? Ne münasebet! Yine de bütün çabalara rağmen hırs toprağından beslenen ağaç meyve vermez, ne bir salt doğru keşfedilir ne de zarar ziyan biter. Dünyanın sonuna değin bir kargaşadır yaşar insanlık. Bütün bunların sebebi de kendilerini yönetecek, bütün hayat damarlarına bir zehir gibi yayılacak ve onları ele geçirecek kutsal doğruyu bulma saplantılarından kaynaklanır. Daha varlığından bile içten içe emin olmadıkları fakat kendilerince bulduklarını sandıkları "doğru" açığa bile çıkmamıştır. 


Doğrunun bulunmaya, bilinmeye ihtiyacı var mıdır bilinmez -onu doğruya sormak lazım ki birkaç milyar yıldır kendisine ulaşılamıyor- ama insanlık doğruya ulaşmadıkça rahatlamayacak gibi. Arayanlara bir kötü haber: Olmayan bir şeyi bulamaz kimse. Dünyanın her yerinde her insanın "Ahlak şudur. Şöyleysen ahlaksız, böyleysen ahlaklısındır." gibi cümleler kurarak ahlaka bir tanım yapmasının sebebi böyle bir mitin gerçekte var olup "Bakın ben aslında buyum ve sadece bundan ibaretim, beni kazanmak için şöyle, kaybetmek için de böyle olmalısınız." dememesi, diyememesidir. Bir olgu gibi göremiyoruz ahlakı, fiziksel temellere dayanan formülleri ve mantığı yok. Herkes için farklı bir durumu ve kesimi temsil ediyor. Hal böyleyken çözüm olarak değil, bir sorun olarak çıkıyor karşımıza; toplumları kutuplaştırıyor, nice canlar yakıyor. Sonucunu da sebebi olan insan çekiyor yine. 


İnsanın ahlak kavramını oluşturuş tarzı da bir hayli trajiktir. İyi ve kötünün ayrımını yaparken çevrelerinden, ailelerinden ve kendi birikimlerinden faydalanan insan, asla salt bir akla ve düşünce yapısına sahip olamamıştır. Onun fikir yürütmesi, bir fikri benimseyiş ve savunuş şekli de yeme içmesi gibi diğer insanlardan öğrendiği şekilde gerçekleşir, yani aslında bir taklittir. Sizin gibi düşünen ve düşünmeyen insanlara bir bakın, temelde bir önermeyi "doğru" kabul etme şekilleri, bu doğruları savunuş tarzları ve hayatlarına aktarmaları aynı sizinkiler gibidir, sevgili okur. Ufuk, farklı kültürler, dünyalar ve fikirler tanıdıkça genişler. Ne var ki her insan ufkunu genişletemez ve geliştirebilse bile bütün düşünceler insandan (t)ürediğinden yine sağlam bir sonuca ulaşılamaz. İnsan, doğru bilgiye erişimin yolundaki eksikliklerine rağmen bunun yaratacağı sonuçları göz ardı ederek doğruya ulaştığını, kendisinin her şeyi bildiğini düşünür. İnsanları da buna inandırmak ister hatta bazen dikte etmeye kadar varır bu durum. Bu yolla insanların kabul ettiği kadar daha çok bağlanacaktır doğrusuna. Ah bu emin oluş, bu cüretkârlık!

İşin korkunç yani da şudur ki insan bir zaman sonra yaptıkları doğru mu veya yanlış mı düşünmez, bunun kaygısını taşımaz bile. Ne de olsa o en doğrusuydu, buna uzun zaman önce karar verilmişti. İşte bu saplantı insana sorgulamayı, eleştirmeyi, otokontrolü unutturur. Gerçi kontrol etmesini gerektirecek bir şey kalmadığından otokontrole ihtiyaç kalmamıştır ya... Velhasıl insan artık kendi kendine oluşturduğu mitin kuklası haline gelmiştir. Hem kendisi hem de çevresindekiler için bundan daha büyük bir felaket olabilir mi? 

 

Sizlere bu denememi hazırlarken kendimi ve yazdıklarımı, düşündüklerimi onlarca kez sorguladım, içimdeki kalabalıklarca insan birbirinden farklı düşünceler sundu önüme. Sebep oldukları kafa karışıklıkları, uykusuzluk ve dalgınlıkla beraber onları severek yaşattım, var olsunlar istedim. Belki aylar sonra başka bir dergiyi okurken bu denemenin tam tersi bir yazıyla karşılaşacaksınız ve altında adımı bulacaksınız. Sizi bilmem ama ben buna hiç de şaşırmam doğrusu. İnanırım ki fikirlerini değiştirmeyen bir kafanın kendisi değiştirilmelidir. Birey olarak bir doğruya hiçbir zaman tamamen güvenememek, inanamamak ne zordur biliyorum. Yine de en azından herkes gibi ben de onu bulmak için, hakikati bulmak için bu yolculuktayım. Bu yolculukta fikirlerim size biraz da olsa yardım etmişse, kafanızı karıştırmışsa veya sinir etmişse ne mutlu bana.